İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 16. Bölüm)

1500. Ben, söz söyleyen adamın bile tespihinden gafil olursam gönlüm, sessiz sedasız bir şeyin tespihini nasıl duyar? Sünni, Cebri’nin tespihinden bihaberdir.Cebri’ye de Sünni’nin tespihini eser etmez. Sünni’nin hususi bir tespihi vardır. Fakat Cebri’nin de bunun zıddı olan bir tespihi vardır ki, ona sığınır. Bu, “ O, sapıktır, yol azıtmıştır” der durur. Halbuki onun halinden de haberi yoktur, “ Kün” emrinden de! O da, “ Bunun hakikatten ne haberi var ki” demektedir. Allah takdir etmiş de onları savaşa düşürmüştür.

1505. Bu suretle de her birinin aslını meydana çıkarır,bir cinse mensup olmayandan izhar eder. Herkes kahrı lûtuftan ayırt eder, anlar… İster bilgi sahibi olsun, ister cahil, ister aşağılık! Fakat kahır içinde gizli olan lûtfu, yahut lûtuf içinde gizlenmiş bulunan kahrı, Az kişi anlar. Meğer ki gönlünde bir can mehengi olan Allah’ya mensup bir er olsun. Bundan başkaları kahırda gizli olan lûtufla,lûtufta gizli bulunan kahrı anlayamaz, şüpheye düşerler. Onlar, âdeta yuvalarına bir kanatla uçup ulaşmak isteyen kuşlara benzerler! 1510. Bilginin iki kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. Tek kanatlı kuş, çabucak baş aşağı düşer. Sonra uçmaya savaşır ama ya iki adımlık bir yer aşabilir, ya birazcık daha fazla. Şüphe kuşu düşe kalka ümit yuvasına tek kanatla uçmaya savaşır. Fakat şüpheden kurtuldu da bilgi sahibi oldu mu o tek kanatlı kuş,iki kanatlı kesilir. Kanatlarını açar. Ondan sonra yüzüstü, eğri büğrü değil, doğru yolda güzelce uçar gider.

1515. Cebrail gibi iki kanatlı şüphesiz, hilesiz, kıyl ü kalsiz uçar. Bütün âlem, ona “ Sen Allah yolundasın, dinin doğru” dese, O onların lâfına güvenmez, o sözlerden gururlanmaz, onun tek canı, onlara çift olmaz. Yahut herkes “ Sen yol azıtmışsın, kendini dağ sanıyorsun ama bir saman çöpüsün sen” dese, Onların kınamasına aldırış etmez, onların kininden, hasedinden dertlenmez.

1520. Hattâ dağla deniz bile söze gelse de “ Sen sapıklıkla eş olmuşsun “ dese, Bir zerre bile hayale düşmez, azıcık olsun kınayanların kınamasından elem duymaz. Halkın ululaması ve alıcıların rağbeti yüzünden bir adamın hastalanması ve bir muallimin hikâyesi Bir mektebin talebesi, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne yapıp yaparak bir iş becermek, bu suretle de muallimi derde düşürmek için birbirleriyle görüşüp danıştılar. “ Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım;

1525. Bu hapisten, bu darlıktan, bu çalışıp çabalamadan kurtulalım. Mermer kaya gibi yerinde durup duruyor” dediler. İçlerinden birisi, en zekileriydi. Bir tedbir düşündü. “ Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayır ola, rengin kaçmış senin… bu ya hava çarpmasından, ya sıtmadan derim. Hoca, elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana yardım edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, “ Hayır ola hocam, bu halin ne” dedi.

1530. Vehmi biraz daha artar, akıllı adam bile vehimle delirir gider. Üçüncü, dördüncü, beşinci olarak gelenler de bizden sonra bu çeşit sözler söyler, acıklanırlar. Otuz çocuk da hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi. Çocukların hepside “ Aferin zeki çocuk, bahtın daima yâver olsun, Allah sana yardım etsin” dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden, bu karardan dönmeyeceklerine ait kuvvetlice ahdettiler.

1535. Sonra o zeki çocuk, içlerinden kimsenin bunu söylememesi için hepsine yemin ettirdi. O çocuğun bu tedbiri, hepsinin tedbirinden üstün olmuştu, onun aklı, bütün çocukların aklından ileriydi. Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından üstün, bir kısmı da öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da fazla, yahut eksiktir. Ahmed, “ Erlerin güzelliği, dillerinin altında gizlidir” mealinde bir söz söyledi. İnsanların akılları, yaratılışta farklıdır, fakat Mutezile’ye göre müsavidir, artıklık, eksiklik, bilgi tahsilinden ileri gelir Akıllardaki aykırılık, yaratılıştadır. Bu hususta Sünni’lerin sözünü dilemek, onların hükmünü kabul etmek gerek.

1540. Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “ Akıllar yaratılışta aynı derecededir, Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler. Bu söz bâtıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya. Fakat o küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı. Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir.

1545. Sen söyle, Allah vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi? Çocukların hocayı vehme düşürmeleri Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir… Ayağı çekip götüren baştır. A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.

1550. Çocuk geldi, hocaya, selam verip “Hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi. Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama… geç yerine otur” dedi. Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı. Böyle böyle vehmi arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti. Firavun’un da bu çeşit halkın ululamasından leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye karısına kızgın bir halde, Evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklarda hocanın ardından geliyordu. Karısı, “Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi. Hoca dedi ki. “ Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana. Yabancıların bile derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun halde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı, görmüyorsun bile”

1570. Kadın, “ A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen mânasız ve saçma bir vehimden ibaret” dediyse de, “ A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki kırgınlığı, tir tir titrediğimi görmüyor musun? Körsen benim ne cürmüm var? Ben kendi derdime düştüm, bu gussadan perişan bir haldeyim zaten” dedi. Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak… Benim bir suçum var mı, yalan söylüyor muyum, anla” dediyse de hoca, “ Git, aynan da batsın, sen de bat. Zaten daima bana buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip durmadasın sen.

1575. Yatağı yay, yorganı getir… ben yatayım hele… başım ağırlaştı” dedi. Kadın biraz duraklayınca “ Hadi behey düşman senin lâyığın bu laf, durmasana” diye bağırmaya başladı. Hocanın, vehminden yatağa, yorgana düşmesi ve hastayım diye vehimlenerek inlemeye başlaması Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “ İçi vehim ateşiyle dolu, imkan yok. Bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık haline gelecek. Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.

1580. Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden hastalanırsınız. Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var. Beni evden atacak, sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi. Hoca, yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim inim inlemeye başladı.

1585. “ Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!” diyorlardı. Çocukların, bizim Kur’an okumamızdan hocanın baş ağrısı artıyor diye onu ikinci defa olarak vehme düşürmeleri O zeki çocuk, “ Arkadaşlar, dersinizi bağıra bağıra okuyun” dedi. Hepsi birden bağıra bağıra okumaya başlayınca dedi ki: “ Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir. Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi? Hoca, doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi. Çocukların bu hileyle mektepten kurtulmaları

1590. Çocuklar, yeri öpüp “ Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular. Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. Sizse oyuna dalmışsınız” dedi. Özür getirip dediler ki: “ Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok. Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”

1595. Anneleri dedi ki. “Hile , düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim” Çocuklar, “ Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler. Çocukların annelerinin hocayı dolaşmaya gitmeleri Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir