İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 15. Bölüm)

1500. Anlayışı kıt biriside şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın diye söylediğimiz bu söz, aklî bir söz, aklî bir bahistir. Fakat zaten bu hilekâr akıl, akıl değildir ki.

Aklî bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka bir bahistir.

Can bahsi başka bir makamdır, can şarabının başka bir kıvamı vardır. Akıl bahisleri hüküm sürdüğü sırada Ömer’le Ebülhakem sırdaştı.

Fakat Ömer, akıl âleminden can âlemine gelince can bahsinde Ebülhakem, Ebucehil oldu.

1505. Ebucehil, cana nispetle esasen cahil olmakla beraber his ve akıl bakımından kâmildi.

Akıl ve bahsi, bil ki eser, yahut sebeptir (Onunla müessir ve müsebbip anlaşılır). Can bahsi ise büsbütün şaşılacak bir şeydir.

Ey nur isteyen! Can ziyası parladı; lâzım, mülzem, nâfî, muktazî kalmadı. Bir gören kişinin. Nuru doğmuş parlamaktayken sopa gibi bir delilden vazgeçeceği meydandadır.

Yine hikâyeye geldik; zaten ne zaman hikâyeden ayrıldık ki? “ Ve Hüve maaküm eynemâ küntüm “ âyetinin tefsiri

1510. Cehil bahsine gelirsek o Allah’nın zindanıdır; ilim bahsine gelirsek onun bağı ve sayvanı. Uyursak onun sarhoşlarıyız; uyanık olursak onun hikâyesinden bahsetmekteyiz.

Ağlarsak rızıklarla dolu bulutuyuz; gülersek şimşek!

Kızar, savaşırsak bu, kahrının aksidir, barışır, özür serdedersek muhabbetinin aksidir.

Bu dolaşık ve karmakarışık âlemde biz kimiz? Elif gibiyiz. Elifinse esasen, hiç ama hiçbir şeyi yoktur! Elçinin Ömer’den – Allah ondan razı olsun – , ruhların bu balçığa müptelâ olmalarının sebebini sorması

Ömer’den, bu sözleri işitince elçinin gönlünde bir parlaklık belirdi.

  • Sual de mahvoldu cevapta… Hatadan da kurtuldu, doğrudan da.
  • Aslı anladı, ferilerden geçti. Ancak bir hikmete erişip, faydalanmak için sormaya başladı: 1515. Ömer’e “O duru suyun bulanık yerde hapsedilmesinin hikmeti ne, bunda ne sır var? Duru su, toprakta gizlenmiş; sâf can cisimlerde mukayyet olmuş, sebebi nedir?” dedi.

Ömer dedi ki: “Sen derin bir bahse dalıyorsun. Meselâ mânayı harflerle takyid eder(bir söz söylersin). Serbest olan mânayı hapsettin, nefesi bir kelime ile takyid eyledin.

Sen faydadan mahçup iken; ruhun bedene gelmesindeki faydayı bilmezken; bunu, bir fayda elde etmek için yaparsın da.

1520. Fayda, kendisinde zuhur eden Allah, bizim gördüğümüzü nasıl görmez?

Mânanın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.

Cüzilerin cüz’ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, küllî bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen küll, neden faydasız olsun?

Sen bir cüz iken fayda görüyorsun. O halde neden kınama elini külle uzatıyor, onu neden kınıyorsun? Sözün faydası yoksa söyleme, varsa itirazı bırakıp şükretmeye çalış!

1525. Allah’ya şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, şükür değildir. Şükretmek surat ekşitmeden ibaretse sirke gibi şükreden hiç kimse yok!

Sirke, ciğere gitmek için yol arıyorsa ona “şekerle karış da sirkengübin ol” de!

Mânayı şiire sıkıştırmaya çalışmak, haptolmakla müsavi, ondan gayrı bir şey değil. Şiirde mâna, sapan gibi… istenen yere gitmesine imkan yok.

“ Allah ile oturmak dileyen tasavvuf ehliyle otursun “ sözünün mânası

Elçi, bu bir iki kadehle kendinden geçti; hatırında ne elçilik kaldı, ne getirdiği haber! 1530. Allah kudretine hayran olup kaldı; makam erişip sultan oldu.

Sel denize kavuştu deniz oldu. Tane ekinliğe vardı, ekin oldu.

Ekmek Âdem Atanın vucuduna karıştı, ölü iken dirildi, haberdar oldu. Mum ve odun, ateşe can verip yanınca nursuz vücutları nurlandı.

Sürme taşı, (döğülüp) gözlere çekilince iyi görmeye sebep oldu, gözcü kesildi.

1535. Ne mutlu o adama kendisinden kurtulmuş, diriye ulaşmıştır! Yazık o diriye ki ölü ile oturmuş, ölmüş; hayatını kaybetmiştir!

Allah Kur’an’ına kaçar, sığınırsan Peygamberlerin ruhlarına karışırsın.

Kur’an; Peygamberlerin, Allah’nın temiz ululuk denizindeki balıkların halleridir.

Fakat okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan onlara uymadıktan sonra ne fayda !).

1540. Kur’an’ın hükümlerini tutar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir. Kafeste mahpus olan kuşun kurtulmak istememesi cahilliktendir.

Kafeslerden kurtulan ruhlar, Allah’ya lâyık ve halka rehber olan peygamberlerdir.

Onların sesleri, kafeslerin dışından ve din makamından gelir: “Sana kurtuluş yolu ancak budur, bu! Biz bu daracık kafesten bununla kurtulduk. Bu kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi yok!

1545. Kazandığın şöhretten kurtulman için inleyip duran bir hasta haline gir!

Zaten halk arasında meşhur olmak, sağlam bir bağdır. Bu bağ bu yolda demir bir bağdan aşağı mıdır ki?”

Bir tâcirin ticaret için Hindistan’a gitmesi ve mahpus dudusunun, onunla Hindistan dudularına haber yollaması

Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu.

Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.

Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim?” dedi.

1550. Her birisi ondan bir şey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini vadetti. Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim?” dedi.

Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat.

Dedi ki: Sizin müştakınız olan filan dudu, Allah’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur. Size selâm söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.

1555. Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim.

Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gâh yeşilliklerde, gâh ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz. Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde.

Ey Ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!

Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leylâ, öbürü Mecnun olursa.

1560. Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymaneleri içmem reva mı?

Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç! İçerken bu yerlere serilmiş düşkün âşığı yâd ederek toprağa bir yudum şarap dök!

Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? O şeker gibi dudağın verdiği vaadler hani?

Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa… kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır?

1565. Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin nağmelerinden daha zevkli, daha neşeli.

Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber! Ateşin bu… acaba nurun nasıl? matem, bu olunca düğünün nice?

Cevrinde öyle tatlılıklar var ki…malik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz. Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.

1570. Kahrına da hakkıyla âşığım, lûtfuna da. Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim. Allah hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim. Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür! Bu bülbül değil, ateş canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte!

Güle âşık, halbuki esasen kendisi gül, kendisine âşık, kendi aşkını aramakta!” İlâhî akıl kuşlarının kanatlarının evsafı

1575. Can dudusunun hikâyesi de bu çeşittir. Fakat nerede kuşlara mahrem olan kişi? Nerede zayıf ve suçsuz bir kuş ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmuş olsun!

Şükür yahut şikâyetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün!

Her demde ona Allah’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan altmış kere “Lebbeyk” sesi gelsin!

Hatası, Allah indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın!

1580. Öyle kişiye her nefeste hususi miraç vardır. Allah, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar.

Cismi topraktadır, Canı Lâmekân Âleminde, O Lâmekân Âlemi, saliklerin vehimlerinden üstündür. (vehimlere sığmaz.)

O Lâmekân Âlemi, vehmine gelen bir âlem olmadığı gibi hayaline de doğmaz.(ne idrâk edebilirsin, ne tahayyül!)

Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tâbi ise mekân âlemiyle Lâmekân Âlemi de, o âlemin hükmüne tâbidir.

Bu ilâhî akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sükût et! Doğrusunu, Allah daha iyi bilir.

1585. Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikâyesine dönelim: Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.

Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.

Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi. O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.

1590. Tâcir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım,

Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.

Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.” Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da ateşe benzer.

Mânasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma!

1595. Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmışlardır.

Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder. Canlar aslen İsâ nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar. Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih’i’ sözü gibi tesir ederdi.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir