İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 22. Bölüm)

2200. Yok olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir günahtır.

Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin de Allah’ya perdedir,geleceğin de. Her ikisini de ateşe vur. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi boğum boğum olacaksın?

Neyde boğum bulundukça sırdaş değildir; dudağın, sesin mahremi olamaz.

Sen, kendi tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun, kendinde oldukça nasıl olur da Kâbeye gelmiş sayılırsın?

2205. Haberlerin haber vericiden bihaberdir; tövben günahından beterdir.

Ey geçen hallerden tövbe etmek isteyen! Bu tövbe etmekten ne vakit tövbe edeceksin, söyle! Gâh zir nağmesini kıble edinirsin; gâh ağlayıp inlemeyi öper durursun.”

Faruk, sırlara ayna olunca ihtiyar çalgıcının canı da cisminde uyandı.

Artık can gibi, ağlamadan gülmeden kurtuldu. Canı gitti, bambaşka bir canla dirildi.

2210. O zaman gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dışarda kaldı, gökten de ( bütün âlemi unuttu).

Ona arayıp tarama hududu ardında öyle bir arayıcılık düştü ki ben bilmiyorum; sen biliyorsan söyle!

Halden de öte, kaalden de ileri şöyle bir hale, öyle bir kaale erişti; ululuk sahibi Allah’nın cemaline dalıp kaldı.

Ama tek bir kurtuluş imkânı bulunsun… Yahut denizden başka onu bir tanıyan, gören olsun… Hayır bu çeşit dalış değil.

Bu sözler, her an zuhura gelmeseydi, durmadan zuhur ediş, bu sözlerin söylenmesine sebep olmasaydı aklı cüzi, külle ait sözler söylemezdi.

2215. Fakat birbiri ardınca durmadan zuhur ettikçe zuhur ediyor. Bundan dolayı da denizin dalgaları buraya gelip durmakta.

İhtiyar çalgıcının hikâyesi buraya varınca ihtiyarda yüzünü perde arkasına çekti, ahvali de. İhtiyar, eteğini dedikodudan silkti; ona ait bizim ağzımızda ancak yarım bir söz kaldı.

Bu ayşü işreti düzüp koşma uğrunda yüz binlerce can feda edilse değer.

Can ormanındaki avcılıkta doğan ol; cihanın güneşi gidip canla oyna!

2220. Yüce güneş, can vere gelmiştir; her nefeste boşaldıkça (nurla ) doldururlar. Ey mânevi güneş, can ver de eski cihana yenilik göster.

İnsanın vücuduna akıl ve ruh, gayb âleminden akar su gibi gelmekte.

Her Pazar yerinde “ Yarabbi, muhtaçları doyuranların her birerine verdiklerine karşılık mükâfat ihsan eyle. Yarabbi, vermeyip saklayanların mallarını da telef et, onları zararlandır” diye dua eden iki meleğin dualarını tefsir ve o verici kişinin Allah yolunda mücahit olduğu, heva ve heves yolunda müsrif olmadığı

Peygamber dedi ki: “Öğüt vermek üzere iki melek hoş bir surette nida ederler:

Ey Allah, muhtaçlara ihtiyaçları olan şeyi verenleri doyur, verdikleri her dirheme karşılık yüz bin ihsan et!

2225. Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan başka bir şey verme!”

Fakat nice esirgemeler vardır ki vermeden iyidir. Allah malını Allah’nın buyurduğu yerden gayriye verme, Ki hadde hesaba sığmaz hazine elde edesin ve bu suretle kâfirlere, küfranı nimet edenlere katılmayasın. Kâfirler; kılıçları, Mustafa’ya üstün olsun diye develer kurban edenlerdi.

Allah emrini, Allah’ya ulaşmış birisinden sor, öğren. Her gönül, Allah emrini anlayamaz.

2230. (Yersiz ihsan), âsi bir kölenin, gûya adalet ediyorum, ihsanda bulunuyorum diye padişahın malını âsilere dağıtmasına benzer.

Kur’an’da “onların bütün ihsanları hasretten ibarettir” diye gaflet ehlini korkutan bir âyet vardır.

Şu âsinin adlü ihsanı, onu padişahtan daha ziyade uzaklaştırır, gözden düşürür ve ancak yüzünü kara eder. Mekke ulularının Peygamberle harp ederken kurban kesmeleri de , Allah tarafından kabul edilir ümidiyleydi. İşte bunun için mümin tevfika mazhar olamamak korkusundan daima namazda “İhdinas sıratal mustakim”

der.

2235. O para veriş cömert kişiye lâyıktır. Can vermekse esasen âşıkın vergisidir.

Hak uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak uğruna can verirsen sana da can bahşederler. Şu çınarın yaprakları dökülürse Allah, ona yapraksızlık azığı bağışlar.

Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Allah’nın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi? Bir adam ekin ekince ambarı boşalır ama bu işin iyiliği, tarlada belli olur.

2240. Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler, o tohumu yiyip bitirirler.

Bu cihan tamamiyle fânidir; aradığını sebatlı, kararlı âlemde ara! Sûretin sıfırdan ibarettir; dilediğini mâna âleminde dile!

Acı ve tuzlu canı kılıç önüne koy, feda et de tatlı bir deniz gibi olan canı al! Eğer bu kapıdan bunu almaya kudretin yoksa bari şu hikâyeyi dinle!

Zamanında Kerem ve ihsanda Hatemi Tai’yi geçen ve nazirî bulunmayan Halifenin hikâyesi Eski zamanda bir halife vardı ki, Hâtem’i cömertliğine köle etmişti.

2245. İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı.

Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lûtuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı.

O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu. İn’am ve ihsan sahibi Allah’nın vericiliğine mazhardı.

Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu. Kapısı, hacet kıblesiydi. Şöhreti, cömertlikle bütün âleme yayılmıştı.

2250. Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da. Türk de hayrete dalmıştı, Arap

da.

Hayat suyu, kerem deniziydi. Onun yüzünden Arap da dirilmişti. Acem de!

Yoksul Arap bedevisinin hikâyesi ve yoksulluk yüzünden karısıyla arasında geçen şey Bir gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki:

“Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz. Âlemin ömrü hoşlukla geçiyor. Sade biz kötü bir haldeyiz. Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset… Testimiz yok suyumuz gözyaşı.

2255. Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası… Geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne saldırıyoruz.

Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek düşünmemizden arlanıyorlar. Sâmirî’nin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı… herkes, bizden kaçıyor.

Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geber, babalar çıkarasıca!” diyor.

2260. Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır. Sence Arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun.

Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş!

İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz.

Hele bize misafir gelsin… Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam ben de adam değilim!

Muhtaç ve müştak müritlerin yalancı, düzenci dâvacılara aldanmaları ve onları Hakk’a ulaşmış, yüce şeyh sanmaları, veresiyeyi peşinden, hileyle yapılmış çiçeği hakikî, bitmiş ve yeşermiş çiçekten farketmemeleri

Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem sahiplerine konuk olmak gerek.

2265. Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi galip değil, seni nasıl galip edecek? Sana nur vermesi şöyle dursun… bilâkis kapkara bir hale koyar.

Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak?

Bu çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer. Gözüne ilâç çeker ama zararlı ilâçtan başka bir şey çekemez ki.

Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir. Bize aldanıp da hiçbir konuk gelmez.

2270. On yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak! Görünüşümüz dâvacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili şâşaalı!

Allah’dan onda ne bir koku var, ne bir eser. Fakat dâvası Şit’ten de ileri, Âdem’den de!

Hattâ ona, Şeytan bile kendisini göstermez. Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hattâ daha ileriyiz “ der durur.

Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır.

2275. Söz söylerken lâfı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur. Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır.

Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir. Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır.

O ise “Sofrayı yaydım, Hakk’ın vekiliyim, halife oğluyum” diye bağırıp durmaktadır.

“ Ey aşağılık sâf kişiler, gelin… gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mâni olmaksızın yeyin” demektir.

Onlar da onun başına toplanırlar. Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın” der. Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz.

2280. Âdemoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lâzımdır. Tek duvarın altında define mi var, yoksa yılan karınca ejderha yuvası mı?

O yalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar tâlibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?

Bazen bir mürit, dâvacı ve yalancı bir şeyhe adamdır diye sadkatle inanır, itikat eder. Bu itikat yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı ruyada bile görmemiştir. Bu suretle müride su ve ateş bile zarar vermez. Halbuki şeyhe zararlıdır. Fakat bu. nadirdir

Fakat nadir olarak tâlibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı tâlibe faydalı olur. Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki…

2285. Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer. Kıble bulunmasa bile namazı caizdir. Dâvacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir. Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda.

Niçin bunu, dâvacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?”

Bedevinin, karısına sabretmesini buyurması ve ona sabır ve yoksulluğun faziletini söylemesi

Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki?

Çoğu geçip gitti.

Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer.

2290. Sel ister sâf olsun, ister bulanık… Mademki baki değildir, ondan bahsetme? Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir. Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Allahya şükreder.

Bülbül “Ey duaya icabet eden Allah, rızık hususunda itimadımız sana” diye Allahya hamdeyler. Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir.

2295. Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Allah ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi. Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir. Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir. Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır. Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov! Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil!

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir