İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 9. Bölüm)

800. İçeri gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içine sofra kurmuştur.

Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe girin; din lezzetinden başka her şey azaptan ibarettir. Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bağırdı. O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet içinde kalmaktaydı.

Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmağa başladılar.

805. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkıyla. Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir.

Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “Ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı.

O Yahudi, yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı.

Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade âşık, kendilerini feda etmekte daha fazla sadık oldular. Şükrolsun ki, Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükrolsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü!

810. Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamıyla o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı. O, pervasızca, halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.

Muhammed Aleyhisselâm’ın adını eğlenerek anan kimsenin ağzının çarpık kalması Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alayla andı, ağzı çarpıldı öyle kaldı.

Pişman olup “Ey Muhammed, affet! Ey Peygamber, sen, Min ledün ilminden lûtuflara mahzarsın. Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeğe lâyık ben oldum” dedi.

815. Allah, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir.

Allah, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur. Allah, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve munacatta bulunmak meylini verir.

Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.

820. Akar su neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur. İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler bitsin.

Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı… Merhamete nailolmak istersen zayıflara merhamet et!

O Yahudi padişahının ateşe itap eylemesi

Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede?

Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyetin mi değişti?

825. Sen ateşe tapana bile lûtfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu? Ateş! Sen hiç sabırlı değildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kadir mi değilsin? Bu, gözbağı mı, yoksa akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl yakmaz?

Seni birisi büyüledi mi, yoksa bu simya mı? Yahut tabiatının değişmesi bizim talihimizden mi? Ateş dedi ki: “Ey Şaman! Ben yine o ateşim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör!

830. Benim tabiatım da değişmedi, unsurum da. Ben Allah kılıcıyım, izinle keserim. Türkmenin köpekleri, çadır kapısında misafire yaltaklanmış,

Ama çadır yanına yabancı biri uğrayacak olursa köpeklerden aslancasına hamleler görür. Kullukta, ben köpekten aşağı değilim; Allah da hayat ve kudrette bir Türkten aşağı kalmaz. Tabiat ateşi eğer seni gamlandırırsa o yakış, din sultanının emriyledir.

835. Tabiat ateşi eğer sana sevinç verirse ona o sevinci din sultanı verir. Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam, Halik emriyle tesir eder.

Allah isterse bizzat gam, neşe… bizzat ayakbağı, azatlık ve hürriyet olur.

Rüzgâr, toprak, su, ateş; kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler. Hak’la diridirler, ancak onun emrini tutarlar. Ateş, Allah huzurunda daima emre hazırdır, âşık gibi gece gündüz daima kıvranıp durmaktadır.

840. Taşı, demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım (senin çakmağı çakmanla değil), Allah fermanıyla dışarıya ayak basar.

Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler. Taş ve demir, sebepten ibarettir ama, ey iyi adam, sen daha ileriye bak!

Çünkü bu sebebi o sebep olmaksızın zuhura getirmiştir. Zâhiri sebep, hakikî sebep olmaksızın kendi kendine nasıl meydana gelir?

Enbiyaya rehber olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir.

845. Bu sebebi müessir bir hale getiren o sebeptir. Bazen da olur ki semeresiz ve âtıl kılar, hükümsüz bırakır.

Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de Enbiyadır.

Bu sebep kelimesinin Türkçesi nedir? Denirse iptir diye cevap ver. Bu ip, bu kuyuda işe yarar. Çıkrığın dönmesi, ipin sarılıp koyverilmesine sebeptir. Fakat çıkrığı döndüreni görmemek hatadır.

850. Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha… bu başı dönmüş felekten bilme, Ki felek gibi bomboş ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çıra gibi yanmayasın! Rüzgâr Hal’kın emriyle ateş olur; her ikisi de Allah şarabıyla sarhoş olmuşlardır.

Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün. Rüzgârın canı Hak’ka vâkıf olmasaydı, Âd kavmini(müminlerden) nasıl ayırt ederdi?

Hûd Aleyhisselâm zamanında Âd kavmini helâk eden rüzgârın hikâyesi

Hûd, müminlerin bulunduklarıyerin çevresine bir çizgi çizdi. Rüzgâr, o araya gelince hafif ve lâtif bir halde esiyordu.

855. Çizgiden dışarıda olanaların hepsini, havada parça parça ediyordu. Şeybân-ı Râî de sürünün etrafında böyle apaçık bir çizgi çekerdi.

Cuma günü, namaz vakti Cuma namazına gidince kurtlar sürüye saldırmasın, yağmalamasınlar diye böyle yapardı.

Hiçbir kurt, çizgiden içeri girmezdi. Hiçbir koyun da çizgi dışına çıkmazdı.

860. Allah erinin dairesi, kurdun hırs yeline de set ve mânia olmuştu, koyunun hırs yeline de. Böylece ecel rüzgârı da âriflere gül bahçelerinden esip gelen rüzgâr gibi lâtif ve hoştur.

Ateş, İbrahim’e diş geçiremedi. Çünkü Allah seçilmişiydi, onu nasıl ısırabilir?

Din erbabı da şehvet ateşinden yanmaz; halbuki başkalrını tâ yerin dibine geçirmiştir. Deniz dalgası Allah fermanıyla koşunca Mûsâ kavmini Kıptilerden ayırt etti.

Allah fermanı erişince toprak, Karun’u altınlarıyla, tahtıyla tâ dibine çekti.

865. Su ile toprak, İsâ’nın nefeslerinden gıdalanınca kol kanat açtı, kuş olup uçtu.

Allah’yı tesbih etmen, su ve topraktan meydana gelmiş olan cesedinden çıkan bir buhardan, bir nefesten ibarettir. Fakat gönül doğruluğu yüzünden cennet kuşu olmuş, oraya uçup gitmiştir.

Tûr dağı, Mûsâ nurundan raksa geldi, kâmil bir sûfi oldu, noksandan kurtuldu.

Dağ bir aziz sûfi olursa şaşılacak ne var? Mûsâ’nın cismi de bir kemik parçasından ibaretti.

Yahudi padişahının bu söze ehemmiyet vermeyip inkâr etmesi, kendisine nasihat edenlerin nasihatlerini kabul etmemesi

O Yahudi padişahı bu acip mucizeleri gördü. Fakat ancak taan ve inkârda bulundu.

870. Nasihatçiler: “İşi haddinden ileri götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler. Nasihatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı (biteviye ve daha fazla zulmeder oldu). “Madem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi.

Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o Yahudileri yaktı. Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler.

875. Zaten zümre ateşten doğmuştu. Cüzüler kül tarafına yol alır, o tarafa giderler. Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri çörçöp gibi yaktı.

Anası(mayası) Hâviye olan kimsenin mekânı, ancak Hâviyedir. Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka feri’leri izler.

Su, havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkâna mensuptur (dört erkân denen havuz, ateş, su ve topraktandır. Havanın feri’dir).

880. Onu havuzdan kurtarır azar azar dünya hapishanesinden de öyle çalar.

Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının bilmediği yere kadar varır. Nefeslerimiz, temizlik sebebiyle bizden hediye olarak beka yurduna yücelir.

Sonra ululuk sahibi Allah’dan, ancak rahmet olarak sözlerimizin mükâfatı, iki misli bize gelir;

885. Sonradan kul nail olduğu şeylere bir daha nail olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler söyletir.

İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle sözlerin çıkmakta, Allah rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimîdir.

Fârisî söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir. Her kavmin gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır.

Yakînen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüz’ün zevki kendi küllünden olur.

890. Yahut o şey, bir cinse katılma kabiliyetinde olur da ona erişince o cinsten oluverir.

Su ve ekmek gibi ki bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vücudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı.

Su ve ekmeğin sûreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil.

Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir.

Cinse benzeyenden alınan zevk, dimî değildir. O zevk âriyettir. Âriyet nesne ise âkibet baki kalmaz.

895. Kuşa, ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider. Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar. Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay olur.

Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkomasın! Dikkat et; bâtıl hayal seni kuyuya düşürmesin! Kelile’den bu hikâyeyi oku ve o kıssadan hisse almaya bak!

Av hayvanlarının aslana, tevekkül edip çalışmayı terk etmesini söylemeleri .

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir