İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 16. Bölüm)

1500. Sırrını kötülerden gizlemen, şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman,kendinden de gizlemendir.

Fakat sen, işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin.

Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal. Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.

Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde meşgulken canını alıverirler.

1505. Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır. Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden gelip çatmaktadır.

Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız, senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin. Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar.

Senin de madem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak.. en aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul.

İmtihan edenlerce,Lokman’ın fazilet veferasetinin meydana çıkması

1510. Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, Lokman’a adam gönderip çağırtır, Önce o yemeğe Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi.

Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi. Hattâ yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.

Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ Git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi.

1515. Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi;

Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim,bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi . Çünkü Lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle iştahlı,iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.

Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.

1520. Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “ A benim canım, efendim, Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?

Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.

Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.

1525. Elinle sunduğun bir şeye ; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım.

Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum; Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!

Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden acılıklar tatlılaşır,sevgiden bakırlar altın kesilir.

1530. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.

Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki? Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.

Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.

1535. Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır.

Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melûn dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.

Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil. Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.

Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.

1540. Tanrı’dan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir. Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.

Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun. Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun ? Onun nuruna gönül bağlayana.

Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Tanrı nuruna benzer mi hiç?

1545. Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır. Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,

Hırs yüzünden âkıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir. Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Âkıbeti görmeyen akıl, nefistir.

Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.

1550. Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak! Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.

Tanrı, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur. Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.

Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, âcizdir.

1555. Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim.

Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede? Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.

Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.

Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin.. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.

1560. Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider.

Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması

Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti. Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi. Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.

Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.

1565. Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var?

O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi? Tanrı nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;

Âhiri gören gözü Tanrı uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır. O hasetçiler, kötü ağaçtır.Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.

1570. Hasetten coşarlar,ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar. Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.

Canı, padişahın canı olan kişi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü Tanrı korursa o adam nasıl yok olur? Padişah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu.

Yaratılışları kötü, ahlâkları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu.

1575. Hileciler, hile düzüp koşuyorlar,padişahı çömleğe sokmak istiyorlardı. O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar?

Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan öğrendiler. Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür. Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan hocasıyla.

1580. Onun gözü, Tanrı nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır.

O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer. Halbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur.Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)

Hoca , talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?

Haydi beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.

1585. Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor.

Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın? Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?

Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet eder.

Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.

1590. Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor.

Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu! Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.

Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.

O yüzden hem gündüz güler hem bahar.Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır.

1595. Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur.

Ruh yaprağını sararmış,kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok. Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.

O Utarit’in sayfaları , bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız. Sonra ruhları; sevdadan, âcizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir