İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 17. Bölüm)

1600. Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”.

Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu

Padişah beylerinin hikâyesi,o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,

Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu tamamlamak gerek. İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez?

Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.

1605. Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur. Kâfirler, Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü görmemişlerdi.

Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de. Tanrı duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.

Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.

1610. Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile görmez.

Bir zere bile o güneşten haber verir ve güneş; o zerreye kul, köle kesilir. Birlik denizinin elçisi olan katraya yedi deniz esir olur.

Bir avuç toprak bile onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önüne baş koyar. Âdemin toprağı Tanrıdan çevikleşince Tanrı melekleri o toprağın önünde secde ettiler.

1615. Göğün yarılması nedendi? Toprakla olan münasebeti kaldıran, müşkülleri halleden bir gözden.

Toprak, kesafeti yüzünden suyun dibine gider. Öyle olduğu halde toprağa bak ki çevikleşti, süratle Arşı bile geçti. Bil ki o letafet sudan değildir, ancak Verici ve Eşsiz, Örneksiz Yaratıcının ihsanından,.

Dilerse havayı, ateşi aşağılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder.

Tanrı hükmedicidir, dilediğini yapar.Derdin ta kendisinden deva yaratır.

1620. Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır, bulandırır, ağırlaştırır. Yeri ve suyu yüceltirse kâinat yolunu ayaklarıyla arşınlarlar, yürürler.

Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der. Ateşe mensup olana der ki: “ Yürü, İblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et.

Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç.Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin dibine git.

1625. Ben dört tabiat ve illet-i şlâ değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve Daimîyim . İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı olamaz. Bir vakit olur,âdetimi değiştirir.. bir vakit olur, bu tozu yatıştırırım.

Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim. Dağa derim ki: “ Pamuk gibi hafifleş!” Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün”

1630. Güneşe “ Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm. Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm”

Tanrı, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.

Filozofun “İn asbaha mâüküm gavra”yı inkar etmesi

Kuran okuyan biri, Kuran’dan “ Mâüküm gavra” yani “ Suyu kaynağından keser, Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,

1635. Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Tanrıdan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” âyetini okuyordu.

Bir hor, hakîr felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken, Bu âyeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.

Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”

Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.

1640. Dedi ki: “ Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nur landır” Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!

Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Tanrı keremiyle yine zuhur ederdi. Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.

Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.

1645. Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir? Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin. Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.

Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi. Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savaş yapar.

1650. Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar. Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil.

Kendine gel de “ Tövbe eder, Tanrıya sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme. Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart.

Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icabeder.

1655. Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır? Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar?

Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir?

Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?

Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper?

1660. Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar?

Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi “Kû-kû- nerede, nerede” diye öter?

Nasıl olur da leylek “ lek, lek – senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Tanrı, senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.

Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır?

Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Tanrıdan.. hepsini de merhamet sahibi Tanrıdan!

1665. O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi. Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.

Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer. Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin?

Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür.

1670. Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vâde verir, alâmetler söyler. Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.

Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce kucaklayacak.

Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır. Diğer bir alâmeti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç kimseye söylemeyeceksin.

1675. Bu alâmet, Yahya’nın babasına da gösterilmiş, ona da “ Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın.

Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk olacağına alâmettir. Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delâlet eder.

Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmişti.

Sana da bu alâmetleri şeker gibi tatlı, tatlı söyler. Hattâ bunlar nedir ki?Daha yüzlerce nişaneler var.

1680. Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Tanrı’dan dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alâmettir.

Olması için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin, seher çağlarında niyaz ettiğin muradına;

Eline girmedikçe günlerini karartan, boynunu iğ gibi incelten maksadına erişeceğine delâlet eder. Temiz erler nasıl varını, yoğunu verirlerse sen de onu elde etmek için varını,yoğunu verdin;

Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın;

1685. Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın.Kaç kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin! Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!

Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır. O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.

Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.

1690. Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın.

Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese, “ Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.

Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin. Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be”der.

1695. Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.

Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut” dersin.

Madem ki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın.. elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler.

Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.

Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir