İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 2. Bölüm)

100. Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müşahede ettim. Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim

Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırdet dedi. Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.

Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?

105. Suretini, benden başkasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet!

Çünkü benden başkası, gözüne yokluk sürmesi çekmekt, e hakikatte yok olan şeylerle gözünü sürmelemekte… Şarabı, Şeytanının tasvirinden tatmaktadır.

Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.

Benim gözüme ululuk sahibi Tanrı’nın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil. Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.

110. Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını,gevherden ayırt edebilirsin.

Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.

Tanrı razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.

Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.

Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak,onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi. Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.

115. Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm.Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem? Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.

Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi. Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.

Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.

120. Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur? Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden,o eşikten baş çekme! Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.

Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır. Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!

125. Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol.

Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düşmandır.

Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır. Kendine gel, Şeytan sana “ babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.

Bu kara yüzlü, babana da bu şeytanlığı yaptı. Âdem’i de mat etti.

130. Bu kuzgun, satranç başın da çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu doğan görme! Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki boğazında bir çöp gibi kalakalır.!

Onun çöpü boğazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.

Ey kararsız kişi, mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa Abıhayatı içirmez.

Malını, düzenbaz bir düşman çalacak olsa bir yol keseni, başka bir yol kesen dolandırmış demektir.

Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması

135. Bir hırsızcağız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı. Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını ağlatıp inleterek öldürdü.

Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, “Onu benim yılanım öldürdü,canından etti.

Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum,gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.

Tanrıya şükürolsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama bana faydaymış” dedi.

140. Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Tanrı, onları kereminden kabul etmez.

İsa Aleyhisselâm’ın yoldaşının İsa’dan kemikleri diriltmesini istemesi

İsa ile bir ahmak yoldaş oldu.Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erişince, Yoldaş,ölüleri diriltmek için okuduğun o yüce adı,

Bana da mutlaka öğret de bir ,y,l,kte bulunayım,o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi. İsa dedi ki:”Sus! Bu senin işin değil.Senin nefeslerinin,senin sözünün harcı değil!

145. Nefesin yağmurlardan daha arı,duru olması, o nefes sahiplerinin melkelerden daha idrakli bulunması lâzımdır. Âdem,ömürlerce yandı,yakıldı da arındı;felekler hazinesine emin oldu.

Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede,Musa’nın eli nerede,” O ahmak,”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.

İsa dedi ki: “Yarabbi,bunlar ne sırlardır?Bu ahmağın bu mücadeleye girişmesi nedendir?

150. Bu hasta, nasıl oluyor da kendi derdiyle uğraşmıyor? Bu murdar herif neye kendi canının derdine düşmüyor? Kendi ölüsünü bıraktı da yabancı ölüyü diriltmeye kalkıştı!”

Tanrı,”Gerilemede gerilemeyi arar.Diken eken ancak yeşermiş taze diken elde edebilir. Dünyada diken eken kişi,sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama!

O, eline gül bile alsa diken olur.Bir dost varsa dost,yılan kesilir.

155. O şaki kötülüklerden çekinen kişinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır(her şeyi zehirler,her şey ona karşı yılan haline gelir).

Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi,hizmetçinin de “Lâhavle” demesi

Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu.

Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın baş köşesine geçip oturdu.

Arkadaşlarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir (Tanrının manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)

Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama değildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz gönüldür.

160. Alimin azığı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azığı ve sermayesi nedir? Ayak izleri! Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.

Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir. Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.

Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.

165. Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır. Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!

Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür. Pir olanlar o kişilerdir ki bu alem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.

Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler,ekmeden önce meyveler devşirdiler!

170. Nakıştan, suretten evvel canlandılar,deniz yarılmadan inciler deldiler!

Tanrı’nın mahlukatı yaratmak hususunda meleklerle müşaveresi

Tanrı, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.

Melekler,buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar,onlarla alay ediyorlardı. Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.

Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;

175. Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi.

O apaçık anlayış,onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.

Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur

“Ruh üzümden şarabı,yoktan varı görür”

Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler,madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.

180. Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.

Üzümün gönlünde şarabı,tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.

Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer.Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer. Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!

185. Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr,zahiren çoğaltır.

Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder,çoğalır. Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir.Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.

Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.

Hak, onlara madem ki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz .

190. Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!

Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.

Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum,hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.

Dinleyen,hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi,kapalı kalması

O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.

195. Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.

Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.

Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.

Fakat ey aziz, sofiyi,suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize,üzüme düşüp kalacaksın?

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

“Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 2. Bölüm)” hakkında 1 yorum

Emine Sütçü için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir