İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 20. Bölüm)

1900. Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar.

Ne mutlu yüzünü görene, yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!

Pak ruh bile seni övmüş.. halbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim. Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım, onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi. Bir parçacık olsun bu hali bilseydim, böyle abes sözler söyleyebilir miydim?

1905. Ey iyi huylu, eğer bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın seni bir hayli överdim. Fakat sükut ederek kızgın göründüm. Hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın. Başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başım.. zaten aklı da kıt!

Ey yüzü de güzel, işi de güzel adam, affet. Deliliğimden söylediğim sözleri bağışla!.. Atlı “ Eğer ben, bunu biraz çıtlatsaydım derhal yüreğin su kesilir, ödün patlardı.

1910. Yılanı anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi. Mustafa “ Canınızdaki düşmanı size, olduğu gibi anlatsam.

Yiğitlerin bile ödü patlar.. ne yol yürümeğe takatları kalır, ne bir işin tasasına düşerler!

Ne kimsenin gönlünde niyaz etmeğe kudret kalır, ne tenin de oruç tutmaya, namaz kılmaya kuvvet” buyurdu. Bunu duyan, kedi önündeki sıçan gibi yok olur; kurt önündeki kuzu gibi mahvolur..

1915. Ne uyku uyuyabilir, ne yemek yiyebilir. Onun için ben sizi, bunu söylemeden terbiye etmekte,

yetiştirmekteyim.

Ebu Bekr-i Rebabi gibi susmakta, Davut gibi demire el vurmaktayım.

Bu suretle de olmayacak şey, benim elimde mümkün olur, bir hale yola girer, kanadı yolunmuş kuşun bile kanadı çıkar.

Çünkü Tanrı’nın eli, insanların ellerinden üstündür. Tek Tanrı da bizim elimize “ Benim elim” demiştir. Şu halde şüphe yok ki benim kolum uzundur;her yere,her şeye erişir. Ta yedinci kat gökten bile aşar.

1920. Elim gökte bile hünerler göstermiştir. Ey Kuran okuyan “İnşakkal Kamer” âyetini okuyuver! Bu övüş de akıllar zayıf olduğu içindir. Zayıf olanlara kudreti anlatmaya imkân mı var?

Uykudan başkaldırırsan anlarsın.Bu iş böyledir işte.. doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.

Eğer sen içinde ki yılanı bilseydin ne elma yemeğe kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmağa!

Sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim.

1925. Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim.

Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi. Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan!

Ey yüce kişi! Tanrı’dan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye kudreti yok. Mükâfatını Tanrı versin. Ağzım, dilim, sana şükretmekte âciz” demekteydi.

1930. İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana neşe verir. Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde hikâyeyi dinle:

Bir adamın, ayının vefakârlığına güvenmesi

Bir ejderha bir ayıyı yakalamıştı. Yiğidin biri, giderken ayının bağırmasını duydu.

Âlemde düşkünlere yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat ettiler mi derhal yetişirler. Mazlumların seslerini her yerden işitirler, Hak rahmeti gibi o tarafa koşarlar.

1935. Âlemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan.. gizli dertlerin tabibi bulunan o erler; Muhabbetin, adaletin, rahmetin ta kendisidirler.Onlar, Hak gibi illetsiz, rüşvetsiz kişilerdir.

Onlardan birine “ Can ve gönülden ettiğin bu yardım için, neden yardım ediyorsun?” denilse ancak “ yardım isteyenin gamından, çaresizliğinden” der.

Erin avı merhamettir. İlaç, âlemde dertten başka bir şey aramaz. Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya akar.

1940. Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç, sarhoş ol.

Ta başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul, bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete kani olma. Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al, feleğin üstünden nağme seslerini duy!

Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki, kâinat’ın cuş’u huruşunu duyasın. Gözlerini ayıp kılından arıt ta gayp bağını,gayp selviliğini gör.

1945. Burnundan, beyninden nezleyi gider de Tanrı kokusu burnuna gelsin. Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da âlemden şeker lezzetini bul.

Sen yüz türlü güzel yüzlü evlât olması için erlik ilâcını kullan, erlikten kesilmiş olarak koşup tozma. Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın.

Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir baht bul.

1950. Lütuf Kâbesine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et.

Ağlayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir dadıdır. Dadı ve ana, çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.

Tanrı da sizin hacet çocuklarınızı, ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı; “Tanrı’yı çağırın” dedi; ağlayıp inlemeyi bırakma ki Tanrı’nın merhamet sütleri coşsun.

1955. Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir, bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret. “ Rızkınız gökyüzündedir” âyetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?

Korkunu, ümitsizliğini gul sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların ta dibine kadar çekerler. Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.

Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.

1960. Bu yücelik, mekân bakımından değildir.. bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir. Her sebep eserinden yücedir.Çakmak, kıvılcımdan üstündür.

Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmuş sayılır. Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Baş köşeden uzak olan yer, alçaktır.

Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum olduğundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.

1965. Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir. Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.

Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür. Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.

Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir.

1970. Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı. Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.

Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!

Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel. Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi var, gözünü yüceliklere dik.

1975. Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. Gözünü aydınlığa alıştır.Yok.. eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!

Âkıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.

Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip âkıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez. Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.

1980. Sâmirî gibi.. o, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti.

Halbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu. Hulâsa Musa da başka bir oyun etti ; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!

Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider! Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın!

1985. Şah bile olsan kendini ondan üstün görme.Bal bile olsan onun otundan başka bir şey devşirme. Senin fikrin surettir, onun ki can . Senin paran kalptir, onunki maden.

O, sensin. Kendini onda ara. “Kû, Kû- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol! Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya benzersin.

Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.

1990. Madem ki gücün kuvvetin yok.. ağlayıp inle! Madem ki körsün.. yol görenden baş çekme! Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu. Ey Tanrı, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat; kerem et de feryadımıza acı!

Kör bir dilencinin “Bende iki körlük var” demesi

Bir kör vardı, derdi ki: “Ey zamane ehli, elâman.. benim iki körlüğüm var.

Şu halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe birden müptelâyım”

1995. Birisi “ Bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Göster” dedi.

Kör dedi ki; “ Sesim çirkin, avazım bed. Ses çirkinliği ve körlük iki kat körlüktür. Çirkin sesim halka keder vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden azalmakta. Kötü sesim nereye varırsa hiddet, gam ve kin meydana gelmekte.

İki körlüğe siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan kişiyi gönlünüze sığdırın, hoş görün”

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir