İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 25. Bölüm)

2400. O, büyük adamın ahvalini öğrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir an için olsun atını bu tarafa sür dedi.

Adam, “ Çabuk söyle, atım çok serkeştir, pek huyludur.

Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü. Adam gönlündeki sırrı söylemeye imkân bulamadı. Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı.

Dedi ki: “ Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak istiyorum. Benim gibi bir adama acaba hangisi lâyık?”

2405. Veli, “ Dünyada üç türlü kadın vardır. İkisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri dâimi bir hazinedir. Onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır.

Üçüncü ise hiç sana mal olmaz. Bunu duydun ya. Hadi şimdi yürü, ben gidiyorum.

Sen de durma atım seni tepelemesin. Yoksa bir düştün mü, bir daha kalkamazsın!” dedi. Şeyh, sopasını sürüp çocukların arasına katıldı.O genç adam ona tekrar bağırdı.

2410. “ Gel de hiç olmazsa şunu etraflıca anlat. Bu söylediğin üç çeşit kadın kimlerdir? Onu bir söyle!” Şeyh, yine onun yanına at sürüp dedi ki : “ Bakir, tamamıyla sana mal olur, gamdan kurtulursun.

Yarısı senin olan da duldur. Fakat hiçbir suretle sana mal olmayan, evlâdı olan kadındır. İlk kocasından evlâdı olursa sevgisi de, bütün hâtıraları da oraya gider.

Hadi git, atım seni tepmesin.Uzaklaş, yoksa serkeş atımın nalı seni ezer!

2415. Şeyh yine hay huy edip sopasını sürdü, yine çocukları yanına çağırdı. Adam tekrar bağırdı : “ Ey ulu padişah, bir sualim kaldı, gel!” dedi.

Şeyh tekrar o tarafa gelip “ Çabuk söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!” dedi. Adam “ Ey Padişah, bu kadar akla, edebe sahip olduğun halde bu ne divanelik, bu ne iş. Şaşılacak şey!

Sen söz söylerken Aklı Küllünde ötesindesin; bir güneş olduğun halde nasıl delilikle gizleniyorsun” dedi.

2420. Şeyh dedi ki:”Bu külhanbeyleri beni bu şehre kadı yapmaya karar verdiler. Reddettim, imkânı yok. Senin gibi âlim , fâzıl kimse yok.

Şeriatta da senden aşağı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok.” dediler.

Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, deliliğe Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı eriyordum. Fakat hakikatte evvelce ne idiysem yine oyum benim ben.

2425. Aklım hazinedir, ben viraneyim. Deliyim hazineyi gösterirsem!

Divane odur ki divane olmadı, divane odur ki bu bekçiyi gördüğü halde evine girmedi. Benim bilgim cevherdir, araz değil.Bu değerli bilgi, bir maksada erişmek için değil ki. Ben şeker madeniyim, şeker kamışıyım, hem benden yetişmekte, hem ben yiyorum.

Bir bilgiyi işiten kişi beğenmez, kabul eylemez, feryat ederse o bilgi taklit bilgisidir, öğrenilerek elde edilmiştir. ( adama mal olmamıştır.)

2430. Çünkü geçim elde edilmiştir, gönül aydınlatmak için değil. Bu ilim de, tâlibi gibi aşağılık dünya ilmidir. Bazı adamlar, havas ve avama görünmek için ilim öğrenmek ister, bu âlemden halâs olmak için değil.

Böyle adam fareye benzer; her tarafı deler ama vuslat nurlarından gafildir. Nuru, sahraya yol bulamadığı için ona bu karanlık kuyusu, hoş bir meskendir. Fakat Tanrı, ona akıl kanadını ihsan ederse farelikten kurtulur, kuşlar gibi uçar.

2435. Kanat aramazsa yerin dibinde kalır, Simâk burcuna yol bulmaktan ümitsiz bir hale düşer. Söze gelen ilim, cansızdır; satın alıcıların yüzüne âşıktır.

Münakaşa ve mübahase zamanı o ilim, büyük görünür ama alıcısı olmayınca ölür gider. Halbuki benim müşterim Tanrı’dır. Beni o yüceltir, o satın alır.

Benim kanımın diyeti ululuk sahibi Tanrı’nın cemalidir. Ben kendi kan diyetimi yemekteyim, bu bana helâl bir kazançtır.

2440. Bu müflis alıcıları bırak. Bir avuç toprak, ne satın alabilir ki?

Toprak yeme, toprak alma, toprağı arama. Çünkü toprak yiyenin yüzü daima sapsarıdır. Gönül ye de daima genç kal. Benzin, tecelliden erguvana dönsün!”

Yarabbi , bu ihsan bizim işimiz değil. Senin lûtfun, gizli lûtfe yol göstericidir.

Ey düşkünlerin ellerini tutan, elimizi tut. Bizi al.. perdeyi kaldır, perdemizi yırtma.

2445. Bizi bu murdar nefisten kurtar. Çünkü bıçağı kemiğimize kadar dayandı.

Ey tacı,tahtı olmayan padişah, bizim gibi biçarelerden bu kuvvetli bağı kim çözebilir?

Ey muhabbet ihsan eden muhabbetli Tanrı, böyle sağlam bir kilidi, senin fazlından başka kim açabilir? Biz kendimizden vazgeçer, yüzümüzü sana tutarız.Çünkü sen, bize bizden yakınsın.

Bu dua da senin öğretmenledir, senin ihsanındandır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir?

2450. Kan ve bağırsak arasında kalmış olan anlayış ve akıl senin ikramından başka bir şey nakletmez ki, İki parça yağdan çıkan bu ruhani nurun nurani dalgası göklere vurmakta..

Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta..

Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte. Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu. Âlemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret.

2455. Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o. Haydi, hemen “ O, bahçelerin inişlerinde nehirler akar” âyetini oku artık.”

Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in hastaya nasihat etmesi hikâyesinin sonu

Peygamber, o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki : “ Acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin?

Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?” Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de hatırlayayım” dedi.

2460. Mustafa’nın nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı.

Her yanı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.

Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönüle açılmış olan pencereden parladı. Dedi ki : “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım.

Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.

2465. Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.

Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.

Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki : Ey yaratan Tanrı’m. Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.

2470. Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler.

İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir. Ahiret âzabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.

Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar, bedenine azap eder.

O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır.

2475. Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de,

O âlemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalışıyordum. Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten âramsız bir hale düştü.

Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de. Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber ;

2480. Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip derttaş oldun da bu gamdan kurtardın” Peygamber, “ Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.

Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun ! ” dedi. Adam dedi ki : “ Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.” Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.

2485. Yılarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.

Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları yerde buldular. Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.

Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi? Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?

Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.

2490. Musa, bizden hem hoşnut, hem değil.. gâh dostumuz, gâh düşmanımız. Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte.. hilmi belâya siper olmakta.

Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.

Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.

Yoksa değil Musa, kim olursa olsun.. senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?

2495. Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi , yerinden bile oynamıyor. Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hattâ yüzlerce dağdan da kuvvetli.

O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı! Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da.Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.

De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir