İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 3. Bölüm)

200. Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!

Eğer sen geçmezsen Tanrı’nın lütfu, Tanrı’nın keremi seni dokuz kat gökten geçirir. Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!

Hizmetçinin,hayvana bakmayı kabul etmesi, sonra da vaadini yapmaması

O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve mürakabeleri, vecit ve şevkle sona erince. Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,

205. Hizmetçiye”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi.

Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle… Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.” Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır,dişleri sağlam değil” dedi.

Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi. Sofi “Önce semerini indir,sırtına da ilâç koy” dedi.

210. Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler.”Konuk bizim canımızdır,bizdendir” dedi.

Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi. Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.

Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.

215. Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi.! Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.!” dedi.

Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim,önce arpa,saman getireyim”dedi. Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.

Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.

220. Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı,rüya görmeye başladı: Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.

Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.

Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.

Türlü , türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazan Karia suresini okuyordu.

225. “ Çare ne ? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi. Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki ?

Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki? Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.

Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblis’e bir cefada bulundu mu ki?

230. İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar,daima insanı sokmak öldürmek isterler. Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,

Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır.. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.

Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?” Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!

235. Zavallı eşek; taş toprak içinde,semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur.

Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz.. gâh can çekişmekte,gâh ölüm haline gelmekteydi. Bütün gece “Yarabbi,arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu. Hâl diliyle “Ey şeyhler,bir merhamet edin,bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu. O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş,sele kapılırsa çeker duyar!

240. Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı. Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti,sırtına vurdu.

Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı. Eşek dayağın,şiddetinden sıçradı,kalktı. Dili yok ki halini söylesin!

Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları

Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep,her an yüzüstü düşmeye başladı.

245. Halk,merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu. Birisi kulağını burmakta,öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,

Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.

Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün,şükür olsun,bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler. Sofi (Geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.

250. Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur,Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder) dedi. İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!

Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!

Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer. Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,

255. O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir. Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör,emniyetle yürüme.

Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör,bak nasıl yılanda gizlenmiş! Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.

Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!

260. Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor,sana hitaplarda bulunur. Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını daterket,akrabanın yaltaklanmasını da!

Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.

İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!

Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin. Senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.

265. Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini,hakikatini semirmiş göremezsin. Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar. Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Tanrı’nın adı.

O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.

Dilin de Tanrı adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!

270. Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.

Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere… kendine gel!

Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar. Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.

275. Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. Ey adı sanı duyulmuş kişi! Cennetin cüzüysen zevkin de cennet gibi ebedidir.

Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?

Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.

Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın. Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.

280. Koku satanların tablalarına bak.Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.

Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.

Fakat mercimek,şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar. Tablalar kırıldı,canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.

Tanrı, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.

285. Peygamberler,gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. Alemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamiyle geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.

Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi. Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.

İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.

290. Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır.Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. Çünkü gündüz,kuyumcu ve sarraf,altını fark etsin diye altına aynadır.

Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Tanrı, kıyamete Gün lâkabını taktı. Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.

Gündüzü,Tanrı erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.

295. Tanrı onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur. Tanrı, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.

Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Tanrı’nın sözüne girmesi lâyık olur mu? Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu tanrı nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?

“Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir