İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 33. Bölüm)

3200. Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azığım var, canım perhizkâr!” Sen de şekavetin azalmasını istiyorsan çalış, sendeki hikmet azalsın.

Tabiattan doğan, hayalden meydana gelen hikmet, Tanrı nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir. Dünya hikmeti, zannı, şüpheyi artırır, din hikmetiyse insanı feleğin üstüne çıkarır.

Âhir zamanın âdi ukalâsı, kendilerini evvelce gelenlerden üstün görürler. 3205. Hileler öğrenip ciğerler yakmışlar, hileler, düzenler bellemişlerdir.

Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.

Fikir ona derler ki bir yol açsın.. yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin. Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil.

Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmet’in pâk dininin yüceliği gibi ebedîdir.

Tanrı rahmet etsin,İbrahim Ethem’in deniz kıyısında gösterdiği keramet

3210. İbrahim Ethem’den rivayet edilmiştir: Bir yerde deniz kıyısında oturmuş, O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emîr geldi.

O emîr, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.

Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!

Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!

3215. Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu. Şeyh, onun düşüncesini anladı.Şeyh aslana benzer,gönülleri ormana.

Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli değildir. Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!

Ten ehlinin yanında edep, zâhiri muameleden ibarettir. Çünkü Tanrı, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.

3220. Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar.

Sen ne aykırı iş yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanında oturuyor.

Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için şehvet ateşine odun oldun ya! Madem ki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun.. körler için yüzünü cilâla, süsle dur. Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür; sonra da bu kokmuş halinle nazlan!

3225. Şeyh, derhal iğnesini denize attı ve yüce sesle iğneyi istedi.

Yüz binlerce Tanrı balığı, her birinin ağzında birer altın iğne olduğu halde, Ey şeyh Tanrı’nın iğnelerini al, diye Tanrı denizinden baş çıkardı.

İbrahim Ethem, yüzünü o emîre dönüp dedi ki; Ey emîr, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı? Bu zâhiri bir işaretten ibaret, bir hiç bile değil. Bâtın âlemine varırsan bunun yirmi mislini görürsün.

3230. Şehre bahçeden bir dal getirirler. Fakat bağı bostanı oraya nasıl götürsünler?

Hele bu gökyüzü, ancak bir yaprağı olan bir bağ olursa.. hatta o âlem bir içtir, hakikattir de şu cihan, onun kabuğuna benzer.

Sen, o bağa doğru adım atamıyorsun. Fazla koku kokla da nezleni gider! Bu suretle o koku, canını çeksin de gözlerinin nuru olsun.

Yakup Peygamberin oğlu Yusuf, bu koku hakkında “ Gömleğimi alın, götürüp babamın yüzüne koyun” dedi.

3235. Ahmet, bu koku için vaizlerinde daima “ Gözüm namazda ışıklanır” buyurdu. Beş duyguda birbirleriyle birleşmiştir.Çünkü beşi de bir asıldan meydana gelmedir. Bu beş duygudan biri kuvvetlense öbürleri de kuvvetlenir; birisi her birisine sâki olur. Gözün görüşü, söz söyleme kabiliyetini artırır. Gözdeki aşk da doğruluğu.

Doğruluk, her duygunun uyanıklığıdır, bu suretle duygulara zevk, munis olur.

Ârifin gaybı gören nurla nurlanması

3240. Sülûkta bir duygu, bağını çözdü mü öbür duyguların hepsi birden değişir.

Bir duygu, zâhiri duygularla idrâk edilemeyecek şeyleri duydu, gördü mü, gayba ait şeyler bütün duygulara aşikâr olur.

Sürüden bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da birer, birer o tarafa atlarlar. Sen de duygu koyunlarını sür, Tanrı yazısında yay, otlat.

Da orada sümbül ve ağustos gülü yesinler, hakikat bahçelerine yol bulsunlar.

3245. Öbür duyguların hepsi birer, birer o cennete ulaşsın diye her duygun, duygulara peygamberlik eder. Duygular, senin duyguna dilsiz, dudaksız, hattâ hakikatten de öte, mecazdan da öte sırlar söyler.

Çünkü bu hakikat dediğin türlü, türlü tevil edilebilir. Bu vehimlenme de hayaller doğurur durur. Halbuki âyan âlemine mensup olan hakikatse hiçbir suretle tevil edemez.

Her duygu, senin duyguna kul olunca gayri felekler bile senden ayrılamaz.

3250. Bir derinin sahibi kimdir diye dâva çıksa, deri kiminse içi de onundur.

Bir saman denginin kime ait olduğunda nizaa düşülse buğday kimin? Sen ona bak! (çünkü saman da buğday sahibinindir.)

Felek kabuktur, ruhun nuru iç. Bu görünürde o görünmez. Ayağın kaymasın, sallanma, kendine gel! Cisim zâhiridir, ruhsa gizli. Cisim yen gibidir, ruh el gibi.

Akılsa ruhtan daha gizlidir. Duygu, ruhu çabucak anmalı.

3255. Meselâ bir hareket gördün mü anlarsın ki o hareket eden diridir. Fakat akıllı mı acaba? Bunu bilemezsin.

Mevzun hareketlere başlar, bakırın kimya ile altın oluşu gibi o da hareketlerini bilgisiyle tanzim ederse, Ele benzeyen ruhun o münasebetli, o muntazam hareketlerinden anlarsın ki aklı vardır.

Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir. Çünkü o gayptır, gayp âlemindendir.

Ahmed’in aklı kimseden gizli değildir, herkes onun akıl ve kemal sahibi olduğunu bilirdi. Fakat vahiy ruhunu her can anlayamadı.

3260. Vahiy ruhuna münasip şeyler de var,fakat onları akıl anlayamaz. Çünkü o ruh pek yücedir.

Akıl, o ruhun işlerine gâh delilik diye bakar, gâh şaşkınlık diye. Çünkü onu anlamak, o olmaya bağlıdır. Hızır’a göre alelâde olan işler Musa’nın aklını şaşırttı, Musa onları görünce bulandı.

O işler Musa’ya aykırı göründü. Çünkü Musa o hale sahip değildi.

Musa’nın aklı bile gayp işlerine ermezse, ey ulu kişi, bir farenin aklı nedir ki bu işlere ersin!

3265. Taklit bilgisi, satış içindir, bu bilgi sahibi, müşteri buldu mu, bilgisini güzelce satar. Fakat hakikat bilgisine müşteri, Tanrı’dır. Bu bilgi sahibinin pazarı daima işler, daima parlar. Alışveriş ederken mest bir halde ağzını yumup oturur. Fakat müşterisi Tanrıdır.

Âdemin dersine melek müşteridir, o derse dev ve peri mahrem değildir.

Âdem, senin dersin her şeyin adını haber vermektir. Haydi, Tanrı sırlarını kıldan kıla anlat.

3270. Kısa görüşlü, daima halden hale giren, renkten renge boyanan ve temkini bulunmayan, Kişiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır. Farenin de geçim yeri topraktan ibarettir.

Yolları, izleri bilmez değil, bilir ama yer altındakileri bilir. O , her yanda toprağı delmiş, delik deşik etmiştir. Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar. Tanrı fareye de miktarınca akıl vermiştir.

Çünkü yüce Tanrı, hiç kimseye, ihtiyacından artık bir şey vermez.

3275. Eğer âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı.

Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Tanrı, o heybetli dağları halk etmezdi. Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana getirmezdi.

Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi.

Şu halde varlıkların kemendi,( yoklukları çekip varlık âlemine getiren) ihtiyaçtır. Tanrı’nın ihsanı, ihtiyaç miktarınca zâhir olur.

3280. Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Tanrı’nın kereminden cömertlik denizi coşsun.

Şu yol üstünde dilenen, şu dilenciliğe düşmüş olan yoksullar, halka ihtiyaçlarını arz ederler. Kör , sakat, hasta, illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın merhametini coşturmak isterler.

“ Ey halk, ekmek verin. Benim de ambarım var, benim de malım, benim de sofram var” derler mi hiç? Köstebeğin yemek içmek için göze ihtiyacı yoktur. Onun için Tanrı onu gözsüz yarattı.

3285. Köstebek, gözsüz de pekâlâ yaşayabilir. Ter-ü taze toprakta göze ne ihtiyacı var?

Zaten ancak hırsızlık etmek için topraktan çıkar, başka bir iş için değil, Tanrı, onu bu hırsızlıktan arıtsa, O da kanatlanır, kuş olur; melekler gibi göklere uçup gider.

Tanrı’nın gül bahçesinde her an bülbül gibi yüzlerce nağme çıkarır.

“ Ey beni çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline getiren,

3290. Bir yağ parçasına aydınlık bahşetmekte, bir kemiğe işitme kabiliyeti vermektesin ey gani Tanrı. Fakat o maanınin cisimle ne alâkası var?Eşyanın adlarıyla,anlayışın ne münasebeti var?

Söz yuva gibidir,mâna kuş gibi.Cisim ırmak gibidir, ruh akıp giden su gibi.

O ırmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin.. o koşup gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor sanırsın.

Eğer su, yerden yere gitmiyorsa, eğer su akıp durmuyorsa üstündeki yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir ki?

3295. Senin çerçöpün de fikrî suretlerindir. Aklına her an yeniden yeniye el dokunmamış düşünceler gelmektedir. Düşünce ırmağın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten halî değil.

Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bağı meyvelerinin kabuklarıdır.

Bu kabukların içini suda ara. Çünkü su ırmağa bağdan kaynamakta, bağdan gelmektedir. Âbıhayatın akışını görmüyorsan ırmağın üstündeki dalların, yaprakların,çerçöpün akışına bak.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir