İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 37. Bölüm)

3600. Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıştır.

O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Tanrı’ya yaklaşır.

Yahya aleyhisselâm’ın,anasının karnındayken İsa aleyhisselâm’a secde etmesi

Yahya’nın anası, Meryem’e hamlini vazetmeden az önce gizlice dedi ki:

“ Karnında bir padişah var. Ülülazm ve her şeyi bilen bir peygamberdir. Ben bunu yakinen gördüm. Sana rastlayınca karnımda ki çocuğum hemen secdeye vardı.

3605. Karnımdaki çocuk, karnındaki çocuğa secde etti. Secdesinden bedenime titreme düştü” Meryem de “Ben de karnımdaki çocuğun secde ettiğini hissettim” dedi.

Buna karşı şüphe

Ahmaklar derler ki: “Bırak şu masalı. Yalan, yanlış.

Meryem, doğuracağı zaman yabancıdan da uzaktı, akrabadan da. O güzel hatun şehirden dışarı çıktı. Doğurmadıkça şehre girmedi.

3610. Doğurunca yavrusunu kucağına alıp, bağrına basıp soyunun, sopunun yanına geldi. Yahya’nın anası, onu nerede gördü de bu hikâyeyi anlattı, bu sözü söyledi?”

Bu şüpheye verilen cevap

Bunu ilhama mazhar olan, afakta, gayp âleminde bulunan şeyleri yanındaymış gibi bilen kişi anlar. Yahya’nın anası, uzakta olmakla beraber Meryem’in yanında bulunabilir.

Vücut, göz göz olunca gözler kapalı olduğu halde de sevgilinin yüzü görülebilir.

3615. Mamafih baş gözüyle de göremediğini,can gözüyle de göremediğini farzet, ne çıkar? Ey düşkün, sen kısadan hisse almaya bak!

Kıssaları duyup” Nakış” kelimesine “ Ş” harfinin eklendiği gibi o kıssaların suretine bağlanan, dış yüzüne kapılan kişiye benzeme.

Dilsiz Dimne, Kelile’ye nasıl söz söyler?Söz söylemekten ‘aciz Dinme,Kelile’ye meramını nasıl anlatırdı?

Tutalım, bunlar, birbirlerinin sözlerini anladılar, söz söylemeden meramlarını ifade eden bu hayvanların ne demek istediklerini insan nasıl anlayabilir?

Dimne, aslanla öküz arasında nasıl bir elçi oldu, ikisini de nasıl kandırdı?

3620. O akıllı öküz nasıl aslana vezir oldu. Fil ayın aksinden nasıl korktu?

Bu Dimne ve Kelile hikâyesinin hepsi yalan. Yoksa karganın leylekle ne alışverişi olur,nasıl leylekle savaşır?” deme. Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, mâna içindeki taneye.

Akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu ? Ona bakmaz. Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!

Hâl diliyle söz söyleyiş ve anlaşılması

3625. Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların mânasına vâkıf ol güzelim.

Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, mânası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma. Birisi “ Burası satrançta ruh hanesi” demiş. Bu sözü duyan “ O, evi nereden elde etmiş?”

Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş?” diye sormuş. Ne mutlu mâna anlayana!

Nahivcilerden biri “ Zeyd, Amr’ı dövdü” diye bir misal getirmiş. Dinleyen “Suçu yokken neye dövmüş?

3630. Amr’ın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der. Nahivci, “ Bu, mâna ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak, ölçeğe lüzum yok.

Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış!” derse de, Öbürü “ Ben onu,bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz,sebepsiz nasıl dövdü”deyince,

Nahivci naçar kalır,alaya başlar:Amr,, fazla olarak bir “V” çalmıştı.

3635. Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım!

Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi

Bunun üzerine o adam “ Hah, doğru.. şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür. Bir şaşıya “ Ay birdir” desen “ İkidir, bir olmasında şüphe var” der.

Birisi alay eder, güler ve “ Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur. Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.

3640. Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir.

Birisinin,meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması

Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır. Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.

Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.

Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.

3645. Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar.

Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır! Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.

Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,

Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.

3650. Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hattâ bu eni konu tokattan da beter! Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,

Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç.. her dalı koskocaman” derler. Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.

Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.

3655. Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır. Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!

Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.

Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.

Şeyhin o mukallit talibe,o ağacın sırrını anlatması

Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış. 3660. Nedim ümitsiz bir halde “ Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim.

İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der; Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.

“ Şeyhim,acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi.. lûtfedecek an, bu an!” der. Şeyh, “ Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.

3665. Nedim, “ Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi. Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.

Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar.. işte o kadar!” der.

Şeyh gülümser de der ki: “Ey sâf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.

Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hattâ ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!

3670. Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Mânayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun. Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. Gâh deniz adını takarlar, gâh bulut!

Hulâsa o öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var. En aşağılık hassası, sahibine ebedî bir hayat bağışlamasıdır. Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar gerek.

Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur.

3675. Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir.. diğer birine lûtfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir.

Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını bilmeyebilir. Kim, bu ad doğru ad diye isme yapışır. Onu arasa senin gibi ümitsizliğe düşer, perişan olur.

Niye bu ağacın adına yapışırsın da dili, damağı acı, talihsiz bir hale düşersin? Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.

3680. Halkın ihtilâfı addan meydana gelir. Fakat mânaya ulaşınca rahatlaşırlar.

Birbirlerinin dediğini anlamayan dört kişinin üzüm için kavgaya tutuşmaları

Adamın biri, dört kişiye bir dirhem verdi, Adamlardan birisi “Ben bu parayı “engûr’a” vereceğim” dedi. Öbürü Araptı, Lâ dedi, “Ben “İnep” isterim herif, engûr istemem.”

Üçüncü Türk’tü, “ Bu para benim “ dedi, “ Ben inep istemem, üzüm isterim.” Dördüncüde Rum’du, dedi ki: “Bırak bu lâfları, biz İstafil isteriz.”

3685. Derken savaşa başladılar. Çünkü adların sırrından gafildiler.

Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle dolu, bilgiden boş adamlardı bunlar. Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı.

Onlara “ Ben bu bir dirhemle hepinizin isteğini yerine getiririm.

Gönlünüzü gıllügışsız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin istediğiniz şeylerin hepsini yapar.

3690. Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düşman da uzlaşır, birliğe ulaşır, bir olur. Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir.

Siz susun, dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım.

Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan ibaret.

İğreti hararetin tesiri yoktur. Fakat insanın kendisinden olan hararet müessirdir.

3695. Sirkeyi ateşte ısıtsan da yiyince yine bürudeti arttırır.

Çünkü o hararet, iğretidir. Asli tabiatında bürudet ve keskinlik vardır.

Oğul, pekmez buz tutsa da yine yiyince ciğerdeki harareti fazlalaştırır.

Şu halde şeyhin riyası, bizim ihlâsımızdan daha yeğ. Çünkü o riya basiretten meydana gelmedir,bu ihlâs körlükten! Şeyhin sözü, insana cemiyet-i hâtır verir, hasetçilerin nefesi ise tefrika.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir