İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 38. Bölüm)

3700. Süleyman, Tanrı tecellisine uğrayınca bütün kuşların dillerini öğrenmiş oldu. Onun adalet devrinde ceylân, kaplanla uzlaşmış, savaşı bırakmıştı.

Güvercin doğanın pençesinden emindi, koyun kurttan çekinmiyordu.

Süleyman, düşmanlar arasında meyancılık etti, bütün kuşların arasında birlik husule geldi.

Sen bir karıncaya benzersin, tane toplamak için koşup durmaktasın. Fakat behey azgın. Süleyman buracıkta, sen ne arıyorsun?

3705. Tane arayana tane, tuzaktır. Fakat Süleyman arayan hem Süleyman’ı bulur, hem taneyi elde eder. Bu ahir zamanda kuşlara bir an bile birbirlerinden aman yoktur.

Devrimizde de Süleyman var, bizi sulha kavuşturur, zulmümüzü giderir. “Hiçbir ümmet yoktur ki aralarında bir korkutucu olmasın” âyetini oku.

Tanrı “ Hiçbir ümmet bulunamaz ki içlerinde bir Tanrı halifesi, bir himmet sahibi bulunmasın” dedi.

3710. O halife, onların gönüllerini o kadar birleştirir gibi sâflıktan hiçbir gıllügışları kalmaz. Hepsini ana gibi birbirini esirger bir hale getirir. Onun için Müslümanlara “Tek bir nefis” demiştir. Onlar Tanrı Resulü yüzünden tek bir nefis oldular, yoksa her biri, öbürüne tam bir düşmandı.

Resul Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in yüzünden Ensarın arasındaki aykırılık ve düşmanlığın kalması

Medine’lilerin iki kabîlesi vardı, birine Evs, öbürüne Hazrec denirdi. Âdeta bir kabile öbürünün kanına susamıştı. Mustafa’nın yüzünden o eski kinleri İslâm ve sâflık nuruyla mahvoldu.

3715. Önce o düşmanlar, bağdaki üzümler gibi kardeş oldular.

“ Şüphe yok, söz bundan ibaret; Müminler kardeştir” nasihatiyle de, bu nefesle de kardeşliği bıraktılar,tek bir ten oldular.

Üzümlerin suretleri kardeştir. Fakat sıktın mı tek bir üzüm suyu olur.

Korukla üzüm birbirine zıttır ama koruk, olgunlaşınca güzelleşir, tatlılaşır, iyi bir dost olur. Koruk halinde kalan üzüme Tanrı ezelden kâfir demiştir.

3720. Değil kardeşim değil.. artık o tek bir nefis olamaz. Azgınlıkta menhus bir mülhitten ibarettir. Ondaki gizli şeyleri bir söylesem âlemde fikirler fitneye düşer, karmakarışık olur.

Kör gâvurun sırrının anılmaması daha iyi. Cehennem dumanın İrem bağından uzak oluşu daha hoş! Ne de olsa üzüm olmaya kabiliyetli korukların gönülleri, ehli dilin nefesleriyle birdir.

Hepsi üzüm olmaya koşarsa, sonunda ikilik kalkar, kin ve savaş kalmaz.

3725. Hepsi de üzüm olup derilerini yırtarlar da birleşirler, vasıfları da birlik olur. Dost, düşman ikiliktedir. Fakat hiç, bir olan, kendisiyle savaşır mı?

Aferin, üstat Aklı Küll’e, yüz binlerce zerreye birlik bahşetti.

Yerde topak, topak dağınık topraklara benzerlerken testici, hepsini de birleştirdi, bir testi yaptı. Gerçi suyla toprağın birleşmesi, nakıstır, can, buna benzemez.

3730. Fakat burada apaçık bir misal getirsem korkarım aklın karışır. Süleyman şimdi de var ama biz uzağı görme neşesiyle onu göremiyoruz. Uzağa bakış, insanı kör eder. Sarayda uyuyanın sarayı görmediği gibi.

Biz ince sözlere dalmışız, onlarla uğraşıp duruyoruz. Düğümleri çözme sevdasına tutulmuşuz. Düğümleri bağlayıp çözdükçe şüpheye düşmeyi, cevap vermeye kalkışmayı uzatıp gideriz.

3735. Tuzağın bağını gâh çözüp bağlayan, bu suretle bu işte maharet kazanan kuş gibi.. Böyle kuş sahradan, çayırdan mahrumdur, ömrü düğümü açıp çözmede harcolur gider! Filvaki hiçbir tuzağa zebun olmaz ama günden güne kanatları tutulur, uçmaz olur.

Bağ çözüp bağlamakla az uğraş da kanatların tutulmasın, uçmadan kalmayasın. Yüz binlerce kuşun kanadı kırıldı da yine o ârızalı yerlerdeki tuzakları gidermedi.

3740. Kuran’da onların ahvalini oku haris adam: “Bütün şehirlerde gezip dolaştılar, her tarafı elde ettiler.” Bak hele “ Bir kurtuluş var mı?”

Türk, Rum ve Arabın kavgasından engûr ve inep şüphelerine düşmekten başka bir şey çıkmaz. Mânevi dilleri bilen Süleyman gelmedikçe bu ikilik kalkmaz.

Kavgacı kuşlar, hepiniz doğan gibi şehriyarın şu davulunu duyun! Aranızdaki ihtilâfı bırakın da ruhunuzu her yandan şâdedin.

3745. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün.O Süleyman, sizi kendine teveccühten men etmedi ki. Fakat kör kuşlarız, terbiyeden hayli uzağız. O Süleyman’ı bir an bile tanımadık gitti!

Baykuşlar gibi doğanlara düşmanız, hulâsa viranelerde kalmışız.

Bilgisizliğimiz, körlüğümüz son derecede. Bu yüzden de Tanrı azizlerini incitmeye kastediyoruz. Süleyman’dan aydınlanan kuşlar, nasıl olur da suçsuz, sebepsiz bir kuşun kanadını yolarlar?

3750. Kanadını yolmak şöyle dursun, onlar, âcizlere yem verirler. O kuşlarda aykırılık ve kin yoktur. Hoş kuştur onlar, hoş kuş!

Onların hüthüteleri kutlulamak üzere yüzlerce Belkıs’ın yolunu açar;

Kargaları surette kargadır, hakikatte himmet doğanı “ Mâzâga” sırrına mazhardır onlar. Leylekleri “lek, lek “ der ama şüpheye birlik ateşini salar;

Güvercinleri, doğanlardan korkmaz. Hattâ doğan, o güvercinlerin önünde baş kor.

3755. Bülbülleri, insana vecit ve halet verir; gülistanları, kendi gönüllerindedir. Duduları, şeker kaydında değildir. Ebedî şekeri, kendi içlerinde bulurlar.

Tavusların ayakları bile, bakılsa, öbür tavusların kanatlarından daha güzel görünür.

Hakan kuşlarının kuru bir sesten ibaret kuş dilleri nerede, Süleyman kuşlarının söyledikleri kuşdili nerede? Sen ne bilirsin kuşların seslerini? Bir an olsun Süleyman’ı görmedin ki!

3760. İnsana sesi neşe veren o kuşun kanadı meşrıktan da hariç, mağripten de.

Her ahengi, Kürsi’den ta yere kadar bütün âlemi doldurur. Azameti yeryüzünden Arşa kadar bütün cihanı istilâ eder. Bu Süleyman’a uymayan kuş, karanlığa âşıktır. Yarasaya benzer.

Ey kötü yarasa, Süleyman’a alış da ebediyen zulmette kalma.

Oraya doğru bir arşın gitsen arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin.

3765. Irgalaya bocalaya topal ,topal bile olsa o tarafa sıçradın mı topallıktan da kurtulursun, sakatlıktan da!

Tavuktan çıkan kaz palazları

Seni tavuk yetiştirdi, kanadının altında büyüttü. Sana dadılık etti ama sen yine kaz palazısın. Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın toprağa mensuptu, dadın bu kuruluğa tapardı.

Gönlündeki denize olan meyil yok mu.. o tabiat, sana anandan mirastır.

Fakat kuruluğa olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun reyi kötü, isabetsiz!

3770. Dadıyı karada bırak,yürü, kazlar gibi mâna denizine koş, dal denize! Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize koş!

Sen kazsın, karada da yaşarsın, denizde de. Kümes hayvanları gibi kokuşuk kümesli bir hayvan değilsin ya. Sen “Kerremnâ” hükmünce bir padişahsın ki hem karaya ayak atabilirsin, hem denize!

“ Ve hamelnâhüm fil berri vel bahri” hükmüne mazharsın. Canını karadan kurtar, denize yürüt!

3775. Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da denizden haberleri yok.

Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem yerde yürürsün,hem gökte. Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm, vahye kabiliyetli.

Bu toprağa mensup kalıp, yer üstüne düşmüş ama bu çeşit adamın ruhu, o güzelim gökte çark urup durmakta. Yavrum, biz umumiyetle su kuşlarıyız, dilimizden de ancak deniz anlar.

3780. Hulasâ Süleyman denizdir,biz kuşlara benzeriz. Ebede kadar Süleyman’da seyredip duruyoruz. Süleyman’la gel , ayağını denize bas ki su, Davud’a olduğu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın.

O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü.

O bizim önümüzde.. bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız. Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır.Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak!

3785. Onun gözü akar suda.. gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok! Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.

Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?

Hacıların ,çölde tek ve tenha ibadet eden bir zâhidin kerametine hayran olmaları

Çöl ortasın da bir zâhit vardı. Abbadiye kabîlelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti. Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.

3790. Zâhidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti. Hacılar, onun yalnızlığına ,o âfetler içinde selâmette oluşuna şaştılar.

Kum üstünde namaza durmuştu. Kum, öyle bir kumdu ki hararetinden tenceredeki su bile kaynar, coşardı. Halbuki dersin ki o,sanki bir yeşillikte bir gülistanda, yahut Burak’a ,Düldüle binmiş!

Yahut da ayağının altında ipekli örtüler, kumaşlar var samyeli ona sabah rüzgârından daha hoş!

3795. O namaz kılarken hacılar beklediler. Zâhit, uzun bir fikre dalmış, kendisinden geçmişti. Neden sonra istiğraktan ayıldı, kendisine geldi. Hacıların içinde gönül gözü açık birisi,

Gördü ki, zâhidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi aptes suyundan ıslak. “ Bu su nereden?” diye sordu. Zâhit , elini kaldırıp “Gökten” diye cevap verdi.

Adam, “ Kuyu” ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen yağmur yağar mı?

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir