İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 4. Bölüm)

300. Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi. Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti. Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.

Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.

Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.

305. “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan! Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.

İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Tanrı’nın o yüce adını belletmedi.

Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı? Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.

310. Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Tanrıdır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Tanrıda şüphe yoktur. İki diyenler,üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.

Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.

Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş! Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.

315. Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!

Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.

Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar. Hikmeti istediğin kadar tekrarla… ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!

İster yaz, belle… İster bahset, söyle!

320. O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.

Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde,alışmış kuş haline gelir. Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.!

Padişahın,doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması

Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.

O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,

325. Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu. ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.

Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi. Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider. Padişahın günü,doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.

330. Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.

Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakarlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.

Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.

Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur” Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;

335. Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın? Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfü cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi. Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.  Halbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.

Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.

340. Kendini Tanrı ile konuşur gördün. Halbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer. Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur! Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden müslüman oldum.

Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.

Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.

345. Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur.

Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.

Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya… Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.

Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.

Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder. Taşım nohut kadarsa da savaşta ne baş bırakır,ne miğfer!

350. Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavun’u da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.

Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Tanrı kudretiyle kılıç kesilmiştir. Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak,ayın bile alnını yar!

Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu,kamerin devri olmadığını anlasınlar.

355. Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;

“ Yarabbi, o ne rahmet devri… o devir, rahmetten de ileri … o devirde rüyet var. Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.

Tanrı dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”

360. Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur. Ben kerem sahibiyim. Tamaha düşüp ağlasın diye mahluka ekmek gösteririm. Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar.

Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar. “Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim.”

365. Can ve gönülle dilediğim bütün keremleri sana Tanrı gösterdi de sen onlara tamah ettin. Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.

Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.

Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu. Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Tanrı, seni bâtın putundan da kurtarsın.

370. O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar.

Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin. Miras yedi,mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!

Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir.

Birisine bir şeyi vermek istemezsem o isteği göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.

375. Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya,dalgalanmaya başlar.

Tanrı, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Tanrı ilhamıyla borçlular için helva satması

Bir şeyh vardı.Cömertlikle anılmıştı,o yüzden de daima borçluydu. Büyüklerden on binlerce lira borç almış,âlemdeki yoksullara harcetmişti.

Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da ,malını da,tekkesini de Tanrı uğruna feda etmişti. Tanrı, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.

380. Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder.

Ey Tanrı,sen verenlere,ihsan edenlere fazlasıyla ver;nekes malını da telef et! Bilhassa canını bağışlayan,kendisini Tanrıya kurban eden,

İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?

Şehirler de bu yüzden diridirler,bu yüzden zevk ve safa içindedirler.Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!

385. Çünkü Tanrı,onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan,mihnetten,kötülükten emin bir can vermiştir.

Borçlu Şeyh,yıllarca bu işte bulundu,vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta,halka vermekteydi. Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.

Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,

Borçlular etrafına toplandı.Şeyh ,mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.

390. Borçluların ümidi kesildi,suratları ekşidi,dertlerine dert katıldı.

Şeyh,”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Tanrı’nın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi. Bu sırada dışardan bir çocuk ,birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.

Şeyh,hizmetçiye,”Git helvanın hepsini al,

Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı,acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.

395. Hizmetçi,helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı.

Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu.Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi. Hizmetçi,”Yoo,Sofilerden çok isteme.Sana yarım dinar veriyorum,artık söylenme!” dedi.

Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu.Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak! Borçlulara ,”Buyurun ,şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yeyin”diye işaret etti.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir