İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 9. Bölüm)

800. Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse,

Bir bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?

Tanrı seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma! Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma!

Sen “ Ben filân kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama,

805. Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hattâ bütün aşağılıklardan daha beter! Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü. Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı.

Ebucehil, Muhammet’e uymaya utandı,hasedinden kendisini yüceltmeye,ondan yüksek olmaya çalıştı. Adı Ebül Hakem’di. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden naehil olup kalmışlardır!

810. Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. Fazileti, mahareti,hüneri bir tarafa bırak. Bu yolda hizmet ve iyi huy işe yarar.

Tanrı,mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti. Çünkü Tanrıdan kimse arlanmaz, Tanrıya kimse hasedetmez.

Fakat, halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona hasededer.

Fakat peygamberin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset edemez, ona herkes uyar.

815. Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir. Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.

İşte diri ve faal imam, o velidir; ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan!

Ey yol arayan, Mehdi de O’dur, Hadi de O. Hem gizlidir, hem senin karşında oturmakta. O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.

820. Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından dereceler vardır.

Çünkü Tanrı nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil! Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmam’a kadar bu perdeler saf saftır. Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.

Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.

825. İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve âfettir. Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir. Demiri, yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?

Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.

Halbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.

830. O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.

Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.

Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.

Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere; yahut tava lâzımdır. Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.

835. Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.

Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.

Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?

Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Tanrı’nın nazargâhı da gönüldür, ten değil! Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.

840. Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.

Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın.. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından,ihtiyarım elimde bulunmadığından.

Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.

Padişahın,yeni aldığı iki köleyi sınaması

Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.

Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.

845. Ademoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.

O evde inci mi var, buğday mı.. altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?

Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz.

Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.

850. Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu… Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.

Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre,zerre fark eder, bize gösterir.

O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık,cevabı da biz verirdik.

Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.

855. Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu! Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır. Kulaktan gönüle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der. Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!

Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, halbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir.

860. Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. Yanmadıkça o bilgi,Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.

Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönüle tesir etmez. Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı,onu anlat!

Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması

Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel”diye emretti.

865. Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz.

İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu,dişleri de kapkaraydı.

Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu. “ Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.

Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.

870. Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin, ben de hünerli bir doktorum. Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da büsbütün göz yummak doğru değil.

Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikâye söyle de aklın nasıl bir göreyim” dedi. O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı.

Huzurundaki köleye “Aferin, sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köle değersin, bir değil.

875. Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu.

Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir,şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.

Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim. Doğru söyleme, yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.

O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu.

880. Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?

Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.

Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün. Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.

885. O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Tanrı görüşüdür.

Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”. Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun ayıplarını söyle,

Ki, benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi. Köle dedi ki; “Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını söyleyeyim:

890. Kusuru; sevgi, vefa, insanlık.. doğruluk, zekâ ve dostluktur.

En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir. Ama nasıl cömertlik? Canını da verir. Tanrı bu can bağışlamaya karşılık yüz binlerce can ihsan eder. Bunu görmeyen kişi nasıl cömert olabilir? Eğer görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu kadar tasalanırdın?

Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.

895. Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakînen bilen,

Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icat eder.” dedi.

Cömertlik, bütün karşılıkları görmedir. Şu halde karşılığı görüş, korkunun zıddıdır. Nekeslik de karşılıkları görmemektir. İnciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir.

Eğer cömertliğe karşılık verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı. Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir