İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 10. Bölüm)

900. Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın.
Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda
müneccimlerin feryadı
Kör Firavun’un hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
Sabah olunca İmran’a “ Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
İmran, meydana koşup “ Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,

905. Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü.
Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
İmran “ Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’nın kaza ve kaderi bizi esir etti.

910. Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu.
Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
İmran , içinden sevindi, fakat zâhiren “ Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.

915. Ve gûya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi.
Kendini meyus ve mahzun göstererek sevincini gizliyor, onlara oyun oynuyordu.
“ Padişahımızı aldattınız, hıyanetten, tamahtan vazgeçmediniz.
Onu bu meydana kadar sürükleyip yüzünün suyunu döktünüz, şerefini hiçe saydınız.
Ellerinizi, göğüslerinize koyup padişahı dertlerden kurtaracağız diye vaitlerde bulundunuz” dedi.

920. Padişah da bunu duyunca “ Hainler, dedi, ben de sizi asayım da görün.
Kendimizi gülünç hallere soktuk, düşmanlara mallar ihsan edip ziyana girdik.
Bu gece bütün İsrailoğulları, karılarından uzak kaldılar diye,
Mal da gitti, şeref de. İşe gelince hiçbir şey olmadı. Bu mudur iyi adamların muaveneti, bu mudur iyi kişinin
yapacakları iş?
Yıllardır paralar, libaslar alıyor, ülkelerin servetini rahatça yiyip duruyorsunuz.

925. Bu mu sizin tedbiriniz, bu mu nücum bilginiz? Siz besbedava lokma yiyen hilekâr ve şom kişilersiniz.
Sizi öldürür, parçalatır, ateşlere atar, burunlarınızı, kulaklarınızı, dudaklarınızı kestirir…
Sizi ateşe odun yapar, yiyip içtiklerinizi fitil fitil burnunuzdan getiririm.”
Müneccimler, secde edip “Padişahım, Şeytan bu sefer bize galebe etti.
Fakat yılardır nice belâlar defettik. Yaptıklarımıza vehim bile hayran olmakta.

930. Bu sefer tedbirimiz, hiçe çıktı. O Peygamber’in anası gebe kaldı, o, ana rahmine düştü.
Düştü ama padişahım, suçumuzu, affettirmek için biz de doğum gününe dikkat ederiz.
Bu fırsatı da kaçırmamak, kaza ve kaderin zuhuruna mâni olmak için doğacağı günü hesaplayacak,
gözleyeceğiz.
Ey akıllarla fikirler, reyinin kulu, kölesi olan padişah, bunu da yapamazsak bizi öldür” derler.
Firavun, düşmanları vurup öldüren takdir oku, yayından fırlamasın diye günden güne dokuz ayı sayıp
duruyordu.

935. Takdirle savaşa girişen, takdire baskın yapmaya kalkışan, başaşağı gelir, kendi kanına bulanır.
Yer, göğe düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline girer.
Resim, ressamına pençe vurmaya kalkarsa kendi saçını sakalını yolmuş olur!
Firavun’un hileye girişerek yeni doğuran kadınları meydana çağırması
Dokuz ay sonra padişah, yine tahtını meydana kurdurup tellâllar çağırttı.
Tellâllar, “ Kadınlar, bütün israiloğullarının kadınları çocuklarıyla meydana gelsinler.

940. Bundan önce erkekler, ihsanlara nail oldular. Elbiseler, altınlar elde ettiler.
Kadınlar, bu yıl devlet sizin. Herkes dilediği şeye nâil olacak.
Padişah, kadınlara elbise verecek, ihsanlar edecek. Çocukların başlarına da altın külâhlar koyacak.
Padişah diyor ki “Hele bu ay doğanlar yok mu, bilhassa onlar ihsanıma, hazinelerime ulaşacaklar” diye
bağırdılar.
Kadınlar, sevindiler, çocuklarıyla çıktılar, padişahın otağına kadar gittiler.

945. Yeni doğurmuş olan her kadın, hileden, kahırdan emin bir halde şehirden çıkıp meydana yöneldi.
Kadınların hepsi toplanınca erkek çocukları analarının kucaklarından aldılar.
Düşman doğmasına, felâket artmasın diye gûya ihtiyata riayet ederek başlarını kestiler.
Musa’nın vücuda gelmesi, memurların İmran’ın evine gelmeleri,
Musa’nın anasına, Musa’yı ateşe at diye vahiy edilmesi
Musa’yı doğurmuş olan İmran ’ın karısına gelince elini, eteğini çekmiş, o kargaşalıktan, o toz dumandan
kurtulmuştu.
Fakat o alçak Firavun , evlere de hafiye olarak ebeler gönderdi.

950. “ Burada bir çocuk var. Anası, ürktüğü,şüphelendiği için meydana gelmedi.
Bu sokakta güzel bir kadın var, bir de çocuk doğurmuş… fakat pek akıllı, pek tedbirli bir kadın” diye
kovaladılar.
Bunun üzerine memurlar eve gelince Musa’nın anası, Allah emriyle Musa’yı tandıra attı.
Bilen Allah’dan kadına “Bu çocuğun aslı Halil’dendir.
Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.

955. Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat, ateş Musa’yı yakmadı.
Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi
anlayıp,
Firavun’dan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
O tarafa dönün, pencereden iyice bir bakın dediler.
Musa’yı suya at diye anasına vahiy gelmesi
Musa’nın anasına yine “Çocuğunu suya at, saçını, başını yolma, ümitlen,

960. İtimat et, onu Nil’e at… ben, onu yüzü ak olarak sana kavuştururum” diye vahiy geldi.
Bu sözün sonu gelmez ki. Firavun’un bütün hileleri, yakasına, paçasına dolaşmaktaydı.
O, dışarıda yüz binlerce çocuk öldürüyordu; Musa ise evinin içinde baş köşede yetişmekteydi.
O uzağı gören kör Firavun , hilelere sapıp deliliğinden nerede yeni doğmuş bir çocuk varsa
öldürtmekteydi.
İnatçı Firavun’un hilesi ejderha idi, bütün âlem padişahlarının hilelerini yutmuştu.

965. Fakat ondan daha Firavun birisi zuhur etti. Onu da yuttu, hilesini de!
O bir ejderha idi, asâ da bir ejderha oldu. Bu, onu Allah tevfikiyle sömürüp yutuverdi!
El üstünde el var… nereye kadar bu. Ta son erişilecek menzile, ta Allah’ya kadar!
Çünkü o, öyle bir denizdir ki ne dibi var, ne kıyısı! Bütün denizler, ona karşı sele benzer.
Hileler, tedbirler ejderha ise Tek Allah önünde hepsi de hiçtir!

970. Sözün, buraya gelince yere baş koyup mahvoldu… doğru yolu Allah daha iyi bilir!
Firavunda olan yok mu? Sende de var. Fakat senin ejderha kuyuya hapsedilmiş!…
Yazıklar olsun… bunların hepsi de senin ahvalin. Fakat sen, onları Firavun’a isnat etmek istersin.
Senin hâlinden bahsettiler mi canın sıkılır, başkasından bahsettiler mi sana masal gelir.
Lâkin nefis seni ne de harap etmiş… bu arkadaşın da seni hikâyelerle uzaklara atmakta!

975. Senin ateşine, Firavun’un ateşine atılan odun atılmamakta, onun gibi fırsat bulamıyorsun sen. Yoksa
fırsat bulsan senin ateşin de Firavun’un ateşi gibi yalımlanır!
Yılancının donmuş bir ejderhayı ölü sanarak iple baplayıp
Bağdat’a getirmesi
Eski vakaları bilip söyleyenden bir hikâye dinle de bu üstü örtülü sırdan bir koku al.
Bir yılancı, afsunlarla yılan tutmak üzere dağlara yüz tuttu.
Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı ,nihayet aradığını bulur.
İki elini de aramadan çekme. Arama, yolda en iyi bir kılavuzdur.

980. Topal olsan, sakat olsan bile, uyuklar gibi halde, hattâ edepsizcesine de olsa ona doğru kımıldan, onu
ara.
Gâh lâfla, gâh susarak, gâh şuraya, buraya boynunu uzatarak, o padişahın kokusunu almaya çalış.
Yakup, oğullarına “ Yusuf’un kokusunu haddinden fazla arayın” dedi.
Siz de her duygunuzu istidatlı bir hâle getirin de her yanda adamakıllı onu araştırın.
Allah, “Allah lûtfundan meyus olmayın, ümit kesmeyin” dedi. Çocuğunu kaybetmiş Yakup gibi sen de bucak
bucak yürü.

985. Onu ağzınla sorup soruşturun. Dört yana kulak verip onu araştırın!
Nereden bir güzel koku alırsan koklayın. Ne taraftan o âşinanın kokusunu alırsanız o tarafa yürüyün!
Nerede bir kişiden lûtuf görürsen o adama mukayyet ol… belki o lûtfun aslına yol bulursun, olur ya!
Bütün bu hoşluklar, ulu bir denizdendir. Sen cüzü bırak da külle dön.
Halkın savaşları hep güzellik içindir, hep iyilik içindir. Fakat yoksulluk azığı yok mu, asıl saadet nişanesi
odur.

990. Halkın kızışları sulh içindir ama rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır, zahmetle rahata ulaşılır.
Her sille, okşamak içindir… Her şikâyet, insana şükretmeyi andırır.
Ey kerem sahibi, cüzden kül kokusunu al…ey hakîm, zıttan zıddı istidlâl et!
Doğrusu savaşlar, barışa sebep olur. Yılancı da kim için yılan aradı.
İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar, gamdan kurtulmak için gam yiyip durur.

995. O da o karda, kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı.
Derken bir dağda iri bir ölmüş yılan gördü. Şekli bile gönlünü dehşetle dolduruyordu.
Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü.
Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için yılan tutar. İşte sana halkın bilgisizliği!
İnsan, bir dağa benzer, dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur?

Devamı için buraya tıklayın
En güzel Mevlana Sözleri için tıklayın
Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir