
1200. Hiç kimse Kur’an’ı değiştirmeye kudret bulamaz; ona ne bir şey ilâve edebilirler, ne ondan bir şey eksiltebilirler. Sen benden daha iyi başka bir koruyucu arama! Senin parlaklığını gün geçtikçe artırır, adını altınlara, gümüşlere bastırırım. Senin için mimberler, mihraplar kurdururum.Ben, seni öyle seviyorum ki senin kahrın, benim demektir. Şimdi adını korkudan gizlice söylüyorlar, namaz kılacakları zaman gizleniyorlar. Melûn kâfirlerin korkusundan dinin mağaralarda gizli kalıyor ya…
1205. Bütün âlemi minarelerle dolduracağım, âsilerin gözlerini kör edeceğim ben. Kulların şehirler alacak, mevkiler bulacak… Dinin balıktan aya kadar her tarafı kaplayacak. Ey Peygamberimiz, sen sihirbaz değilsin, doğrusun… sen de Musa’nın giydiği elbiseyi giymişsin, sen de onun gibi bir peygambersin. Kur’an’ın, Musa’nın asâsına benze,r küfürleri ejderha gibi sömürüp yutar.
1210. Sen, toprak altında uyursun ama o tertemiz söz asâ gibi her şeye agâhtır. Kast edenlerin elleri o asâya ulaşamaz.Uyu ey padişah, uyu… uykun mübarek olsun! Bedenin uyur ama nurun göklere ağar, düşmanlarını kahretmek için okunu kur, yayını ger. Felsefeci, aleyhine söylenmeye yeltenir ama nurunun oku ağzını oklar, onu susturur.” Hakikaten de öyle oldu, hattâ bu vaitten de üstün şeyler vücuda geldi. O uyudu, fakat bahtı, ikbali uyumadı.
1215. Babalarının canı yavrularım, sihirbaz uyudu mu işinin parlaklığı gider, sihrinin tesiri kalmaz.” Bu sözleri duyup uyandılar, ikisi de kabri öpüp o ulu savaş için Mısır’a hareket ettiler. Mısır’a varınca Musa’yı, Musa’nın evini aramaya başladılar. Onların Mısır’a geldikleri gün de Musa, tesadüfen bir hurma ağacının altında uyumaktaydı. Sordukları adamlar onlara “ Varın hurmalıkta arayın” dediler.
1220. Hurmalığa geldikleri zaman bir de baktılar ki hurma fidanlarının dibinde bir uyuyan var, fakat cihanın uyanığı! Naz ederek baş gözlerini yummuş ama arş da gözlerinin önünde, ferş de! Gözleri açık, fakat gönlü uykuda nice adamlar var… zaten su ve toprak ehli olanın gözü ne görebilir ki? Fakat gönlü uyanık olanın baş gözü uyusa bile gönlünde yüzlerce göz açılır. Gönül ehli değilsen uyanık ol, uyuma. Bir gönül iste, mücadeleye giriş.
1225. Gönlün uyandı mı güzelce uyu. Gayri gözünden ne yedi kat gök kaybolur, ne altı cihet! Peygamber, “ Gözüm uyur ama kalbim nasıl uyur, buna imkan mı var?” dedi. Bekçi farzet ki uyumuş fakat padişah uyanık ya. Gönül gözleri açık olduğu halde uyuyanlara can feda! Ey mânevi er, gönül uyanıklığını anlatmaya kalkışsam binlerce Mesnevî’ye sığmaz. Sihirbazlar, Musa’yı sırt üstü yatmış görünce asâyı çalmaya kalkıştılar.
1230. Hemencecik asâyı çalmak için Musa’nın ardından gidecekler, sopayı kapıvereceklerdi. Onlar, azıcık yürüyüp bu işe niyetlenir niyetlenmez asâ titremeye başladı. Öyle bir titremeye başladı ki her ikisi de korkudan yerlerinde katılıp kaldılar. Sonra asâ ejderha oldu, onlara saldırdı. İkisi de sapsarı kesilip kaçmaya başladılar. Korkudan her inişte sendeleyip yuvarlanarak yüz üstü düşüyorlar, kalkıp yine kaçmaya çalışıyorlardı.
1235. Katiyetle anladılar ki bu iş Allah işi, sihirbazların harcı değil bu! Korkularından âdeta sıtmaya, hummaya tutulmuş gibi titriyorlardı; ölüm haline gelmişlerdi. Yaptıkları işten dolayı özür dilemek üzere Musa’ya bir adam gönderdiler. “ Evvelce sana hased ediyor, seni kıskanıyorduk, o yüzden sınadık, yoksa seni sınamak kimin haddine düşmüş? Sen bir Padişahsın, senin yanında biz mücrimiz, bizi affet ey Allah dergâhı haslarının hası! Diye ricada bulundular.
1240. Musa onları affetti, derhal iyileştiler, sıhhat buldular, Musa’nın önünde yere secde ettiler. Musa dedi ki: “ Ey ulular, sizi affettim. Cehennem teninize haram oldu, canınıza da. Ey dostlar, ben sizi görmemiş olayım, siz de beni görmemiş gibi davranın. Kalben âşina, fakat zâhiren yabancı bir halde padişahın huzuruna benimle savaşmaya gelin!” Bunun üzerine sihirbazlar yeri öpüp gittiler, çağırıldıkları zamanı ve fırsat vaktini gözetmeye koyuldular. Sihirbazların şehirlerden toplanıp Firavun’un huzuruna gelmeleri, ihsanlara nail olmaları, ellerini göğüslerine koyup düşmanını kahredeceklerine dair söz vermeleri
1245. Sihirbazlar Firavun’un huzuruna geldiler. Firavun onlara bir çok ihsanlarda bulundu, elbiseler verdi. Onlara daha bir hayli ihsanlarda bulunacağına dair vaitlerde bulundu, önceden de kullar, atlar, ağır ve değerli şeyler, yiyecek ve içecek verdi. Ondan sonra: “ Ey devletimle ileri giden kişiler, imtihanda galip gelirseniz, Size o derecede ihsanlarda bulunacağım ki cömertlik de utanacak” dedi. Sihirbazlar da cevaben dediler ki: “ Padişahın sayesinde galebe edeceğiz, düşmanın bitik bir hale gelecek.
1250. Biz bu fende saflar bozan yiğitleriz. Âlemde kimse bizimle başa çıkamaz.” Musa’nın anılışı, hatırları oraya bağlıyor, bu hikâyeler evvelce olup biten şeylere aittir zannını veriyor. Halbuki Musa’yı anmamız işi gizlemek için. Yoksa Musa’nın nuru, ey iyi adam, senin bugün elinde. Musa da sende, Firavun da. Bu iki düşmanı da kendinde ara sen. Musa, kıyamete kadar vardır. Nuru hep o nurdur, başka nur değil… değişen yalnız kandildir.
1255. Bu kandille fitil başka, fakat nuru başka nur değil, hep o âlemden. Kandile bakarsan kayboldun gitti. Çünkü ikilik ve sayıya sığış, kandile göredir. Fakat nura baktın mı ikilikten de , önü, sonu bulunan cisim âleminin sayısından da kurtulursun. Ey varlık hulâsası, müminle Mecusi ve Yahudi’nin birbirlerine aykırılığı, hep bakış, görüş yüzündendir. Filin, nasıl bir hayvan olduğu ve şekli hususunda ihtilâf Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler.
1260. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar. Birisi eline hortumunu geçirdi, “ Fil bir oluğa benzer “ dedi. Başka birinin eline kulağı geçti, “ Fil bir yelpazeye benziyor “ dedi. Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: “ Fil bir direğe benzer.”
1265. Bir başkası da sırtını ellemişti, “ Fil bir taht gibidir é dedi. Harkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onlsrın sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif. Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı. Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer, avuç bütün fili birden elleyemez ki !
1270. Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen. Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir. Fakat sen ne şaşılacak şey, köpüğü görüyorsun da denizi göremiyorsun!.. Biz, gemilere benziyoruz. Aydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz. Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam, denizi gördün ama asıl denizin denizine bak! Denizin de bir denizi var, onu sürüp duruyor. Ruhun da bir ruhu var, onu istediği tarafa çeker çevirir ?
1275. Güneş, bütün varlık ekinini suladığı vakit Musa neredeydi, İsa nerde ? Allah bu yaya kiriş taktığı zaman Âdem neredeydi, Havva nerede ? Bu söz de noksandır, bu sözün de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan söz o tarafa, hakikat âlemine ait olan sözdür. Fakat sana söylense hemencecik o misale yapışır, o sureti hakikat sanırsın a yiğidim!
1280. Ot gibi ayağın yere bağlı… hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun. Ayağın yok ki bir yerden bir yere gidebilesin, yahut çalışıp çabalayıp ayağını bu balçıktan kurtarasın. Nasıl kurtarabilir, nasıl bu balçıktan ayağının çekebilirsin? Hayatın bu balçıktan. Hayatını terk etmekse senin için pek müşkül bir şey! Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müstağni olur, bu balçığı o vakit terk edersin. Süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeğe başlar, artık onu bırakır gider.
1285. Sen, topraktan biten taneler gibi yerin sütüne bağlanmış, ona bağlanmış, ona alışmışsın. Kalblerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak! Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı olmayan kişi, hiç olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sözlerini duy, onları ye! Böyle böyle o hicapsız nuru da kabul etmeye istidat kazanır, gizli nuru da hicapsız olarak görürsün. Bu suretle yıldız gibi felekte seyreder, hattâ felekten hariç keyfiyetsiz seferlere düşersin! Yokluktan varlığa geldin ya… kendine gel, geldin ama nasıl geldin Sarhoşça… hiç kendinden haberin yok!
1290. Geldiğin yollar aklında bile kalmadı. Fakat biz yine sana bir remiz söyleyecek, bir şey hatırlatacağız. Bu aklı terk et de hakikî akla ulaş. Bu kulağı tıkda da hakikî kulak kesil! Hayır hayır… söyleyeceğim, çünkü henüz hamsın sen. Daha ilkbahardasın, Temmuzu görmedin bile! Ey ulular, bu cihan bir ağaca benzer; biz de bu âlemdeki yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz. Ham meyveler, daha iyice yapışmıştır, ordan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke, saraya lâyık değildir ki.
1295. Fakat odluda tatlılaştı, dudağı ısırır bir hale geldi mi artık dallara iyi yapışmaz, hemen düşüverir. O baht ve ikbal yüzünden adamın ağzı tatlılaştı mı insana bütün cihan mülkü soğuk gelir. Bir şeye sımsıkı yapışmak, bir şeyde taassup göstermek hamlıktır. Sen ana karnında çocuk halindeyken işin gücün ancak kan içmeden ibarettir. Söylenecek bir şey daha kaldı ama ben söylemeyeceğim, sana onu Ruhulkudüs bensiz söylesin. Hayır hayır… Ruhulkudüs değil, sen kendin, kendi kulağına söylersin… orada hakikatte ne ben varım, ne benden başkası, sen de bensin zaten canım efendim!
Bir yanıt bırakın