İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 15. Bölüm)

1400. Hâsılı insan, vuslata erdi mi vasıta olan kadın, adamın gözüne soğuk görünmeye başlar. Güzelim istediğin şeye ulaştın mı artık bilgi sahibi olmayı istemek kötüdür. Göklerin damlarına çıktıktan sonra da merdiven aramak mânasızdır. Hayra ulaşan kişi, dostluk ve başkasına bir şey öğretmek maksatlarından başka bir maksatla yine hayır yolunu arar, o yoldan bahsederse bu iş, soğuk bir şeydir. Aydın ayna sâf ve cilâlı bir halde iken onu cilâlamaya kalkışmak bilgisizliktir.

1405. Padişah tarafından kabul edilip huzurunda oturduk dan sonra mektup ve elçi araştırmak çirkin bir şeydir. Bir âşığın, mâşukunun huzurunda aşk mektubu okuması, sevgilinin bu hareketi beğenmemesi, delâlet edilen şey meydana geldikten sonra delil aramak çirkin bir şeydir, bilinen şeye ulaşıldıktan sonra bilgi ile uğraşmak kötü bir şeydir Sevgili âşıklarından birisini huzuruna çağırdı. Âşık aşk mektubunu çıkarıp sevgilisinin huzurunda okumaya başladı. Mektupta beyitler, övüşler, ihtiyaç ve âciz yoksulluk… birçok lâflar vardı. Mâşuk dedi ki: “ Eğer bu okuma, benim içinse vuslat zamanı ömür zayi etmektir bu! Ben yanımdayım, sen mektup okuyorsun. Bu âşıklık alâmeti değil ki!”

1410. Âşık dedi ki: “ Doğru, sen buradasın ama ben, istediğim zevki, istediğim gibi bulamıyorum ki, Geçen yıl senden aldığım zevki, şimdi vuslatına erişmiş olduğum halde alamıyorum. Ben bu kaynaktan arı, duru su içtim, o suyla gözümü de yeniledim, gönlümü de. Şimdi kaynağı görüyorum ama su yok. Yoksa su yolumu birisi mi kesti” dedi. Mâşuk dedi ki: “ Şu halde ben, senin sevgilin değilim. Ben Bulgar Türküyüm, sen Katu Türkü istiyorsun.

1415. Sen bana değil, bir hale âşıksın. Fakat yiğidim, hal elde kalmaz ki. Senin tamamıyla istediğin ben değilim. Âlemde istediğin şeyin bir kısımcağızı da ben de var. Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim. Halbuki aşk, peşindir, eldedir; sandıkta değil! Sevgili, tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona! Onu buldun mu başkasını beklemezsin gayri. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o!

1420. O hallere sahip bir hâkimdir, mahkûm değil. Aylar, yıllar, o ay yüzlünün kuludur, kölesidir. Dilerse söyler, hâle ferman eder… dilerse hükmeder, cisimleri can haline getirir. Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir. Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur. Dilerse söyler, hale ferman eder… dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir.

1425. Hâle mahkûm olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır. Hulâsa sofi “ İbn-al vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de. Haller, onun azmine onun reyine mahkûmdur. Haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir. Sense hale âşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun. Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.

1430. Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem. Bazan hoş, bazan nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen, Ayın burcudur ama ay değil…put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok! Sâf sofi,” İbn-al vakit” tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır. Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’nın nuruna gark olmuştur. Kimsenin oğlu değildir o… vakitlerden de kurtulmuştur, hallerden de!

1435. Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğurmayan zatsa ancak Allah’dır. Diriysen yürü, böyle bir aşk ara… yoksa birbirine aykırı vakitlere kulsun. Çirkin, güzel nakışlara bakma da kendi aşkına, kendi dileğine bak! Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak! Ne halde olursan ol, boş durma, ey dudakları kurumuş susuz, daima su araştır!

1440. O susuz, o kupkuru dudağın yok mu? O dudak, sudan haber verme de… nihayet kaynağa ulaşacağını bildirmede. Dudak kuruluğu, suyu haber verir… Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet der; Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, maniler giderir. Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır. Bu istek, horoz gibi “ Sabah geliyor” diye nara atarak müjdeler verir.

1445. Âletin yoksa bile iste ara… Allah yolunda âlete ihtiyaç yoktur. Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş indir. De isteklilerin civarında sen de istekli ol… galiplerin sayesinde sen de galebe et! Karınca Süleymanlık dilerse onun bu dileğini hor görme, himmetine bak! Elinde mala, sanat ve hünere dair ne varsa önce onu istemez, düşünmez miydin, ona bu sayede nail olmadın mı? Davut aleyhisselâm zamanında bir adamın gece gündüz “ Yarabbi, bana eziyetsiz ve helâl rızık ver “ diye dua etmesi

1450. Birisi, Davut Peygamber zamanında her akıllı ve ahmak adamın yanında, Daima şöyle dua edip dururdu. “ Yarabbi, bana zahmetsiz, eziyetsiz bir rızık bir servet ver. Beni tembel, hor, hakir, ağır ve miskin yaratan sensin. Zayıf ve sırtı yaralı eşeklere, atlarla katırlara yüklenen yük yüklenemez ki. Yarabbi, madem ki beni tembel yarattın, rızkımı da tembelliğime bakarak ben çalışmadan ver.

1455. Yarabbi, ben tembelim varlık gölgesine yıkılmış, yatmışım. Bu ihsan ve cömertlik gölgesinde uyuyorum. Tembellerle gölgelikte uyuyanlara da elbette başka çeşitte bir rızık vermişsindir. Ayağı olan rızık arar, ayağı olmayansa yanıp yakılır, durur. O hüzün sahibinin rızkını da ayağına götür, bulutu yeryüzüne doğru sür! Yeryüzünün ayağı olmadığından cömertliğin, bulutu ona doğru iki kat sürüp durmakta.

1460. Çocuğun ayağı olmadığı için anası gelir, çocuğun başına nimet ve ihsanlarını yağdırır. Yarabbi, senden zahmetsiz, eziyetsiz ve ummadığım bir rızık istiyorum. Zaten istemek den başka bir şeye çalıştığım nerede ki?” Bir çok zaman gündüzleri geceye, geceleri ta kuşluk çağına kadar bu duayı eder dururdu. Halk, onun sözlerine, ham tamahına, bu çalışıp çabalamasına gülerdi. Derlerdi ki “ Bu sersem ne söylüyor, yoksa birisi buna esrar mı yutturdu da aklını aldı.

1465. Rızık, kazançla,zahmet ve meşakkatle elde edilir. Herkes bir sanat, bir iş tutturmuş, rızkını öyle elde eder. Rızıkları, sebeplerine yapışarak elde edin… evlere kapılarından girin denmiştir. Şimdiki zamanda Allah elçisi, padişah ve sultan, hünerlere sahip olan Davut Peygamber’dir. Yine de bu kadar yüceliğe, bu kadar naz ü naime sahip olduğu, dostun inayetleri onu seçmiş olduğu halde çalışıyor. Mucizelerin haddi, hesabı yok, ona ihsan dalgaları, birbiri üstüne gelip duruyor.

1470. Adem Peygamber’den bu zamana kadar öyle güzel sesli kimse gelmedi. Her vaazında iki yüz kişi ölmekte… güzel sesi insanları candan etmekte. Aslanlar, ceylânlar va’zına gelmekte… ne onun bundan haberi var, ne bunun ondan! Sesine dağlar da ses veriyor, kuşlarda. Onun davetine ikisi de mahrem. Onun, bunun gibi ve daha buna benzer yüzlerce mucizeleri var. Yüzünün nuru, cihetlere sığmıyor, bütün cihetleri de kaplamış.

1475. Bunca yücelikle beraber Allah, onun bile rızkını çalışmadan vermiyor. Rızıklan ması çalışmasına bağlı. Bunca yüceliğine rağmen zırh yapmadıkça, zahmet çekmedikçe rızkı gelmiyor. Halbuki sen böyle bayağı ve perişan bir halde kalmış, evinin bucağına kapanmış, felekzede olmuş gitmişsin. Halbuki bu adam bunca tersliği ile, bunca adiliği ile beraber hemencecik, ticaretsiz eteğini kârla doldurmayı istemekte. Bu çeşit ahmak bir herif ortaya çıkmışta gök yüzüne merdivensiz çıkayım diyor.”

1480. Birisi alaya alıp “ Haydi yürü, rızkın ulaştı, müjdeci geldi” demekte, Öbürü gülüp “Sana gelenden bize de hediye ver” diye alay etmekteydi. O ise halkın bu kınamasına, bu alayına hiç aldırış etmez duayı niyazı azaltmazdı bile. Böyle, böyle şehirde tanındı, boş ambardan peynir aramakta diye şöhret buldu. O yoksul ham tamahlılıkla darb-ı mesel oldu ama yinede bu istekten bu niyazdan ayrılmıyordu. Bir öküzün, o ısrarla dua eden adamın evine koşup gelmesi, Peygamber aleyhisselâm “ Şüphe yok, Allah duada ısrar edenleri sever “ demiştir. Çünkü o istek ve isteyen kişinin isteğindeki ısrar yok mu… istediği şeyden de daha iyidir, istediğine ulaşmasından da

1485. Nihayet bir gün kuşluk çağında yine ağlayıp inleyerek bu çeşit dua edip dururken, Birdenbire evine doğru bir öküz koştu. Boynuzu ile kapıya vurup kilidi kırdı. Küstahçasına eve girdi. Adam hemen sıçrayıp öküzü boynuzlarından bağladı. Durmadan, aman vermeden hemencecik boğazını kesti. Derisini, yüzdürmek için gövdesini alıp koşa koşa kasaba götürdü. Mesnevî’yi nazmedenin özrü ve Allah’dan yardım istemesi

1490. Ey doğacak çocuğun oynaması gibi bu mânaları içimde oynatıp duran Allah, mademki bunun tamamlanmasını diliyorsun, Kolaylaştır, yol göster, muvaffakiyet ver. Yahut da bu isteği, bu iştiyakı gider, bizi muahaze etme. Madem ki müflise altın ihtiyacını ilham ediyorsun, ey gani padişah, gizlice ona altın ihsan et. Sen olmadıkça, senin inayetin lûtfetmedikçe gece gündüz nazım ve kafiyenin ne değeri olabilir,bu çeşit meydana gelen şiire kim bakar ki? Ey bilgi sahibi padişah, nazım da, cinas da kafiye de korkudan senin emrine kuldur.

1495. Sen, her şeyi, seni tespih eder bir hale koymuşsun, akıl ve temyiz sahibi olanlar da seni tespih eder, akıl ve temyiz sahibi olmayanlar da. Her birinin başka çeşit bir tespihi var. Bunun halinden onun haberi bile yok! İnsan, cansız şeylerin tespih etmesini inkâr eder ama cansız şeyler, ona kullukta üstattır. Hattâ yetmiş iki milletin her biri öbürlerinin halinden bihaberdir… hepsi de şüphe içinde kalmıştır. Konuşan, söz söyleyen iki kişi bile birbirinin halinden haberdar olmazsa duvarla kapı, nasıl birbirini anlar, duyar?

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir