İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 17. Bölüm)

1600. Hafif hafif ah etmekte. Hepsi Lâ havle demeye başladılar. “ Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler. Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte, Ben çalışıp çabalıyor, kıyl ü kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi. İnsan, bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.

1605. Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, Ellerini, bileklerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı! Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de, Yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar. Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok! Ten, ruhun elbisesine benzer, bu el de ruhun elinin yenidir, bu ayak da ruhun ayağına giydiği mesttir

1610. Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. Ruha Allah’yı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var. Rüyada el, ayak görür, bir şey alır, bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya… onu hakikat bil saçma zannetme. Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma. Dağda halvet eden dervişin hikâyesi ”* Halktan çekilmenin ve yalnızlığın tatlılığı, Allah da, Ben, beni ananla bir yerde oturur, benimle ünsiyet bulanın enisi olurum demiştir. Bu söz de bu hikâyeye girer. Herkesle beraber bile olsa bensiz olduktan sonra hiç kimseyle beraber değilsin demektir. Herkesten çekilmiş olsan bile yine benimle olduktan sonra herkesle berabersin Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi.

1615. Allah şarabını içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de. Bize bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere gezip durmak öyle kolay gelir. Sen, nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da mesela demirciliğe âşıktır. Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir. Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgar olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?

1620. Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç! Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et , ağlayıp inlemeyi hiç bırakma. Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar! Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma. Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi Birisi, kuyumcunun birine giderek “ Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.

1625. Kuyumcu dedi ki. “ Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi. Kuyumcu dedi ki. “ Dükkânımda süpürge yok” Adam: “ Kâfi yahu, bırak alayı” Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi. Kuyumcu dedi ki. “ Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de mânasız sanma. Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.

1630. Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin, Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin. Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın. Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!” *Artık o dağlıklarda yurt tutup, orada yiyen, içen tek ve ulu şeyhin hikâyesini tamamla. Dağlardaki ağaçlardan meyve düşürmeyeyim, ağacı silkmeyeyim, hiç kimseden açıkça, yahut gizli kapalı bir şey istemeyeyim, şu ağacı silk demeyeyim, yalnız ağaçtan kendiliğinden düşen meyveleri yiyeyim diye nezretmiş olan ve dağlarda halvet etmiş bulunan zâhidin hikâyesinin son kısmı O dağlarda ağaçlar, meyveler, sayısız elmalar, armutlar, narlar vardı. *O derviş, meyvelerle gıdalanır, başka hiçbir şey yemezdi.

1635. Allah’ya “ Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım. Rüzgârla yere düşen meyvelerden başka hiçbir meyve yemeyeyim, elimi hiçbir dala uzatmayayım.” dedi. Bir müddet nezrine vefa etti. Fakat nihayet kaza ve kaderin imtihanları çıkageldi. Bu yüzden, sözlerinizde daima inşallah deyin, ahitlerinizde de Allah dilerse sözünü söyleyin. Çünkü ben, gönüle her zaman başka bir meyil verir, her an gönüle başka bir dağ vururum.

1640. Biz her sabah yeni bi işte, yeni bir güçteyiz. Her şey, bizim dileğimize göre meydana gelir denmiştir. Hadiste “ Gönül, ovada rüzgârlara tabi bir tüy benzer. Rüzgâr, tüyü her tarafa uçurur, gâh sola, gâh sağa götürür durur.” denmektedir. Başka bir hadiste de denmiştir ki: “ Bu gönlü ateş üstündeki kazanda kaynayan bir su bil!” Gönlün her an başka bir dileği vardır. Fakat bu dilek kendisinden değildir, başka bir yerdendir.

1645. Şu halde gönlün reyine, gönlün dileğine neden emin olur da ahdeder, sonunda da pişman olur,nedamete düşersin? Fakat bu yine de Allah’nın hükmündendir. Allah’nın takdiridir. Kuyuyu görürsün de çekinmeye kudretin olmaz. Uçan kuşun tuzağı görmeyip hapse düşmesine taaccüb edilmez ki. Şaşılacak şey şudur: Hem tuzağı görür, hem mıhı görür de yine sonunda ister istemez o tuzağa düşer! Gözü açık kulağı açık, tuzak önde… yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru uçar! Kaza ve kader tuzağının eseri görünen, kendisi görünmeyen bir şeye benzemesi

1650. Bir kişizade görürsün… çula, çuvala bürünmüş, baş açık, belâlara uğramış. Bir kahpenin sevdasıyla yanıp tutuşuyor. Elbiselerini, malını, mülkünü sarmış. Elindeki, avucundaki gitmiş, adı kötüye çıkmış hor hakir bir hale gelmiş, düşmanlarının isteği gibi tepesi üstüne yuvarlanıp gidiyor! Adamcağız bir zâhit gördü mü “ Ey ulu, Allah için bana bir himmet et. Bu aşağılık ve kötü sevdaya düştüm, elimdeki maldan, altından, nimetten oldum.

1655. Bir himmet et, belki bu dertten kurtulur, bu kara balçıktan sıçrar, çıkarmı der”. Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir. Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı! A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun? Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!

1660. Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de! Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir. Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir. O bağı Ahmed görebilir de, “ Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der. Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.

1665. İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür. Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış! Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta. Bana bir dua edin., bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektetir. Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.

1670. Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’nın emriyle örter, gizler. Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı. Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi. Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti. Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.

1675. Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zâhidi nezrine vefadan alıkoydu. Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi. Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti. Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri Yirmi tane, yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı. Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar. *Şahne hiddete gelip cellâda “ Bunların ellerini, ayaklarını kes” dedi.

1680. Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu. O arada zâhidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken, Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “ Behey köpek kendine gel. Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin ?” diye bağırdı. Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.

1685. Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe, Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı. Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum. Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim( yeminimi) sağ elimi kestirdi! Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.

1690. Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de! Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki. Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?” Nice kuş vardır ki uçup tane arar… boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur. Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.

1695. Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur. Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır. Hattâ Harut’la Marut bile o şarabı tatmışlardır da o şarap, onların göğe çıkmalarına mâni olmuştur. Bayezid, bu yüzden çekindi, işte. Kendisinde namaz kılma hususunda bir tembellik gördü.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir