İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 18. Bölüm)

1700. O çok akıllı şeyh, sebebini düşündü, fazla su içmesinde buldu. “ Tam bir yıl su içmeyeceğim” dedi. Dediğini de yaptı, Allah sabır ve tahammülünü verdi. Onun bu pek ehemmiyetsiz mücahedesi, din içindi, bu yüzden de sultan oldu, ârifler kutbu oldu. Şeyhin de eli boğazı yüzünden kesildi ve o zâhit adamın şikâyet kapısı bağlandı. Adı halk arasında “ Şeyh-i Akta’- eli kesik şeyh-” kaldı, halk onu bu adla tanıdı. Şeyh-i Akta’ın kerameti ve iki elle zembil örmesi

1705. Onu birisi ottan,çöpten yapılmış bir gölgelikte ziyaret etti. İki elle zembil örmekte olduğunu gördü. Şeyh ona “ Ey canının düşmanı, neden böyle küstahlık edip yanıma geldin? Neden izinsiz içeri girdin?” dedi. Adam, “ Sevgimden fazla iştiyakımdan” deyince, Şeyh gülümsedi de dedi ki: “ Öyleyse gel… fakat ey ulu kişi, bunu gizle. Ben ölmeden ne bir dosta, ne bir sevgiliye ne de bir aşağılık kişiye, hiç ama hiç kimseye söyleme!

1710. Bundan sonra bir bölük halk onu iki elle zembili örerken penceresinden gördüler. Şeyh, “ Yarabbi, hikmetini sen bilirsin. Ben gizliyorum, sen aşikâr ediyorsun” dedi. Ona şöyle ilham geldi. “ Birkaç kişi, senin elinin kesik olması kınadılar, sana münkir oldular. O herhalde yolda yalancıydı ki Allah, onu bu, taife arasında rüsvay etti dediler. Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem.

1715. Ben de şu kerameti aşikâr ettim, iş işlediğin vakit sana iki el ihsan ettiğimi gösterdim. Ki o biçareler, hakkında kötü bir şüpheye düşüp de huzurumdan merdud olmasınlar. Ben sana bu kerametler olmaksızın da daha önce bizzat teselliler verdim. Bu kerametleri ise ancak onlar için verdim,bu mumu ancak onlar için yaktım. Sen, ölümden, bedeninin cüzlerinin ayrılacağından korkmaktan geçtin.

1720. Sende, başının, ayağının gideceğine dair korku kalmadı. Vehmi bırakmak, senin için ulu bir siper oldu.” Firavun sihirbazlarının elleriyle ayaklarının kesilmesine aldırış etmemelerindeki sebep Firavun, sihirbazları yeryüzünde öldürmekle tehdit etmedi mi? Sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazına kestirir sizi asarım, affetmem demedi mi? O, sihirbazların vehme düşeceklerini, korkacaklarının, vesveseye uğrayacaklarını sanıyordu. Titremeye başlayacaklarını, ürküp korkacakların, bu tehditlerden vehmedeceklerini umuyordu.

1725. Bilmiyordu ki onlar, bu işlerden kurtulmuşlar, gönül nurunun göründüğü pencerenin önüne oturmuşlar… Gölgelerinin, kendilerinden meydana geldiğini bilmişler, çevik bir hale gelmişlerdir. Bu gül bahçesinde felek havanı, onları yüzlerce defa dövüp ezse bile, Bu terkibin aslını görmüş olduklarından artık vehmin ferilerinden pek korkmazlar. Bu âlem, bir rüyadır, zanna kapılma sen. Rüyada bir el kesilse bile zararı yok.

1730. Rüyada başın kesilse de hakikatte yine başın yerindedir, ömrün de uzun olur. Rüyada kendini ikiye biçilmiş görsen bile kalktın mı vücudun da sağlamdır, bir hastalığında yoktur. Hâsılı rüyada vücudunu noksan görmekten ne çıkar? Yüzlerce parçaya ayrılsan bile ne korkacaksın ki? Suretle kaim olan bu cihan hakkında da Peygamber, uyuyanın gördüğü bir rüya dedi. Sen, bu sözü taklit yoluyla kabul ettin, fakat salikler bunu rivayet edilmeden de gözleriyle gördüler.

1735. Sen gündüzün de uykudasın. Bu uyku değil deme. Gölge feridir, asıl ise ancak ay ışığından ibarettir. Ey yiğit, bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer. Bu adam, kendisini uyuyorum sanır ama bilmez ki ikinci uykudadır, iki kat uyku içindedir. Testici, bir testiyi kırarsa dilediği zaman yine yapar da. Kör, her adımda kuyuya, çukura düşmekten korkarda binlerce korkuyla yol yürür.

1740. Fakat gören kişi yolun enini, boyunu görür, çukuru, kuyuyu bilir. Her adımda ayakları, dizleri titremez. Her dertten yüzünü ekşitir mi ki? Sihirbazlar, “ Ey firavun, halk, biz, her sesten, her gulyabaniden ürküp duracak adam değiliz. Bizim hırkamızı yırt, onu diken var… olmasa bile çıplak olmamız daha iyi. Bu güzeli çıplak olarak koçmamız daha hoş. A bir işe yaramaz , bir şey beceremez düşman!

1745. Tenden mizaçtan soyunmaktan daha hoş bir şey yoktur, a ilhama mazhar olmayan sersem Firavun!” dediler. Devenin önünde giden katırın “ Ben yol yürürken ikide bir yüzüstü kapanıyorum, sense pek nadir düşüyorsun “ diye şikâyet etmesi Katırın biri deveye “ Arkadaş, yokuş olsun, iniş olsun en dar yolda bile, Sen güzelce gidiyor, hiç kapaklanmıyorsun. Bense durmadan tepesi üstü düşüp duruyorum. Yol ister kuru olsun, ister balçık… daima yüzüstü kapaklanıyorum. Bunun sebebi ne? Bana bir söyle de ne yapmalı, nasıl etmeli anlayayım” dedi.

1750. Deve dedi ki: “ Benim gözüm senin gözünden daha kuvvetlidir, daha iyi görür. *Sonra ben, yukardan bakmaktayım, bu sebeple hiç yüzüstü düşmem. Yüce bir dağın başına çıktım mı en son çukuru bile görürüm. Allah, bütün inişleri çıkışları özüme gösterir. Her adımımı nereye atacaksam görür de öyle atarım. Bu yüzden de sürçmekten, düşmekten kurtulurum. Sense iki üç adım ötesini görmezsin. Taneyi görürsün de tuzağı görmezsin.

1755. Konak, iniş ve yürüyüş yerlerinde hiç körle gözlü bir olur mu? Allah, ana karnında ki çocuğa can verdi mi mizacına vücudunu kuvvetlendirecek cüzüleri çekmek kabiliyetini verir. Yediği şeylerle bu cüzüleri çeker, bu suretle de cisminin nescini dokur durur. Allah, insana kırk yaşına kadar bu cüzüleri çekme kabiliyetini, bu hırsı verir, o da kendisini yetiştirir büyür, gelişir, kuvvetlenir. Ruha, cüzüleri çekmeyi öğreten o tek padişah, nasıl olur da cesedin cüzüleri bir araya getirmeyi bilmez?

1760. Bu ruh zerrelerini bir araya toplayan, sana hayat kabiliyetini veren güneş, gıda vasıtasıyla olmaksızın da varlığının zerrelerini toplayıp bir araya getirmeyi bilir. Uykudan uyanınca senden gitmiş olan akıl ve duyguyu yine sana iade eder. Buna bak da ölünce de bil ki onlar kaybolmaz, Allah geri gel diye ferman etti mi gelirler. Uzeyr Aleyhisselâm’ın merkebinin cüc’ülerinin çürüdükden sonra Allah izniyle bir araya gelip Uzeyr’in gözünün önünde dirilmesi Allah dedi ki. “ Uzeyr, eşeğine bir iyice bak. Çürümüş etleri dökülmüş… Onun cüz’ülerini gözünün önünde bir araya getirecek, başını, kuyruğunu, kulaklarını, ayaklarını düzüp koşacağım.

1765. Görünürde bir el olmadığı halde bütün cüz’üleri bir araya getiren, cesedin parçalarını bir yere toplayan benim. Şu yama yamama sanatına bak hele. Eski palasları iğnesiz dikip durmada Diktiği sıralarda ne ip var, ne iğne. Fakat öyle bir diker ki ortada terzi bile görünmez. Gözünü aç da haşri apaşikâr gör… kıyamette hiçbir şüphen kalmasın. Varlık zerrelerini nasıl tamamıyla topluyorum, gör de ölürken bu hayata sarılıp titreme.

1770. Uyurken bedeninin duygularının mahvolmayacağından eminsin ya. Uykun geldi mi duyguların dağılır, harap bir hale gelir ama mahvolacaklar diye korkup titremezsin” Bir şeyhin, oğullarının ölümüne ağlaması Bundan önce yol gösteren bir şeyh vardı. Yeryüzünde adeta göğe mensup bir çırağdı. Ümmetler içinde peygambere benzer, halka cennet bahçelerinin kapılarını açardı. Peygamber, “ İleri giden şeyh, kavminin arasında peygambere benzer” dedi.

1775. Bir sabah evindekiler ona dediler ki: “ A güzel huylu, nasıl da yüreğin katı, neden böylesin sen, Biz, senin oğullarının ölümünden iki büklüm oluyor, zarı zarı ağlıyoruz da, Sen hiç ağlamıyor, feryat etmiyorsun bile. Bu neden ki: Yoksa gönlünde merhamet mi yok. Yüreğinde merhamet yoksa senden ne umabiliriz ki? Ey ulumuz, rehberimiz, kıyamette bizi bırakmaz diyoruz, ümidimiz sende.

1780. Mahşer günü tahtı bezedikleri zaman o şiddetli günde bize sen şefaat edersin diyoruz. Öyle bir amansız günde senin ihsanına ümit bağlamışız. Hiçbir mücrime aman verilmeyen o gün el bizim, etek senin! Peygamber, “ Kıyamet günü suçluları ağlar, inler bir halde nasıl terk ederiz? Ben o gün canla başla onların suçlarını affettirir, onlara şefaat eder, onları ağır işkencelerden kurtarırım.

1785. Suçluları, büyük günahlarda bulunanları çalışıp çabalar, ne yapıp yapıp Allah azabından halâs ederim. Ümmetimin iyileri zaten kurtulurlar, o azap günü benim şefaatime ihtiyaçları olmaz. Hattâ onlar bile suçlulara şefaat ederler, onların bile sözleri geçer, hükümleri yürür. Hiç kimse, başkasının suçunu almaz, yükünü yüklenmez… yüklenmez ama yüklenen ben değilim ki, onların yüklerini alan, onları hafifleten Allah’dır.” dedi. Civanım, yükü olmayan şeyhtir. Allah onu eldeki yay gibi eline almış, kabul etmiştir.

1790. Şeyh kime derler? İhtiyara, yani saçı sakalı ağarmış adama derler. Fakat ey ümitsiz adam, bunun mânasını bil. Kara saç, kara sakal, onun varlığıdır. Varlığından tek bir kıl bile kalmamalı. Birisinin varlığı kalmadı mı pir ona derler. İster saçı sakalı siyah olsun, ister kır. O kara saç, kara sakal, insanlık sıfatıdır. Söylediğimiz kıl, sakal, bıyık kılları söylediğimiz saç baştaki değildir. İsa, beşikte “ Genç olmadan şeyhsiz, piriz” diye bağırır.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir