İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 19. Bölüm)

1795. Oğul, insan, insanlık sıfatlarının bir kısmından kurtuldu mu şeyh olmaz, fakat olgun bir adam olur. İnsanlık sıfatlarından bir tek kara kıl bile kalmadı mı şeyh olur, Allah’ya makbul bir adam haline gelir. Fakat bir adam yaşlansa da saçı sakalı ağarsa hakikatte ne pirdir, ne Allah hası! Varlığında insanlık sıfatlarından bir tek kıl bile kalsa mensub olamaz, âlem halkından birisidir o! Şeyh’in, oğullarına ağlamadığına özür getirmesi Şeyh, kendisine bu sözü söyleyen karısına dedi ki: “ Arkadaş, merhametim, şefkatim yok, yüreğim katı sanma,

1800. Biz, kâfirler, Allah’ya küfranı nimette bulunmuş olmakla beraber onlara acırız. Hattâ halk onları taşlıyor diye köpeklere acırız. Ben beni ısıran köpeğe de dua eder, Yarabbi sen onu bu huydan vazgeçir, Adamları ısırmasın da halkın taşını, topacını yemesin derim. Allah, velîleri âlemlere rahmet olmak üzere yeryüzüne getirmiştir.

1805. Onlar, halkı Allah’nın haremine davet ederler, Hakk’a da “ Yarabbi bunları sen kurtar “ diye dua ederler. Bu yüzden halka usanmadan öğüt verirler. Halk, öğütlerini kabul etmedi mi, “ Yarabbi, sen bunlara acı sen kapını kapama “ derler. Halkın mazhar olduğu rahmet, cüz’i rahmettir. Fakat himmet sahibi er, külli rahmete mazhardır. Allah’nın cüz’i rahmetine mazhar olan, küllî rahmete ulaştı mı rahmet denizi kesilir, yol gösterici olur. Ey cüz’i rahmet, külle ulaş… ey külli rahmet sen de yürü, halka yol göster.

1810. Cüz’i rahmete mazhar olan ve o mertebede kalan, denizin yolunu bilmez. Kuyuları da denize benzer sanır! Denizin yolunu bilmedikçe nasıl yol alır, halkı nasıl denize götürür, denize ulaştırır? Sel ve nehir gibi denize kadar akıp gitti mi o vakit denize ulaşır, denizle birleşir. Bundan önce halkı davet etse bile bu daveti taklittir. Yolu, varılacak makamı görerek yahut Allah’dan vahiy ve ilhamla, Allah kuvvetiyle değil!” Kadın, “ Peki madem ki herkese acıyorsun, bu sürünün çobanı gibi sürünün etrafında dönüp dolaşıyorsun demektir.

1815. Ecel cellâdı, oğullarını vurup öldürdüğü halde nasıl oluyor da kendi oğluna ağlamıyorsun? Gözyaşları, merhamete delildir, yürek yanmadıkça göz yaşaramaz, neden gözlerinde yaş yok, niçin ağlamıyorsun ya?” dedi. Şeyh kadına yüz çevirip dedi ki. “ Kocakarı, kış mevsimi, temmuz ayına benzemez. İsterse hepsi ölsün, isterse diri kalsın… gönül gözünden kaybolmuyorlar ki! Onları gözümün önünde görüp dururken neden senin gibi yüzümü yırtayım?

1820. Zamanın devranından çıktılar… çıktılar ama onlar yine benimle beraber, etrafımda oynayıp duruyorlar! Ağlayış ya elemden olur, ya ayrılıktan. Halbuki ben aziz sevgililerimle vuslattayım, koşuşup duruyorum. Halk onları rüyada görür, bense uyanıkken onları apaşikâr görüyorum. Bu cihandan kendimi gizledim mi, duygu yaprağını varlık ağacından silktim mi onlarla beraberim. Kadınım, duygu akla esirdir, fakat bil ki akılda ruhun esiridir.

1825. Can, aklın bağlı olan ellerini çözdü mü haline imkân bulunmayan işleri de yapar, düzer. Duygularla düşünceler, duru suyun yüzünü çer çöp gibi kaplamıştır. Aklın eli, onları bir tarafa atar, su meydana çıkar. Çerçöp habbeler gibi suyun yüzünü örter. Fakat bunlar bir tarafa sürüldü mü su görünür. Allah, aklın elini açmadıkça hava, suyumuzun yüzünü çerçöple, süprüntüyle doldurur.

1830. Suyu daima örter; hava buna güler; akılsa ağlar durur. Allah korkusu, havanın ellerini bağlarsa Hakk aklın ellerini çözer. Hizmetkârın âkil olursa sana galip olan duygularda mahkûmun olur. Gayba mensup sırlar, can âleminden zuhur etsin diye duyguları zâhirî olmayan bir uykuya daldırır da, İnsan uyanıkken rüyalar da görür, insana gök kapıları da açılır. Kör Şeyhin Kur’an’ı yüzünden okuması ve Kur’an okurken gözlerinin görmesi Yoksul şeyhin biri, bir vakitler kör bir pîrin evinde bir mushaf gördü. Temmuz ayı idi, ona mihman olmuştu: O iki zâhit, birkaç gün bir araya gelmişlerdi. Kendi kendisine “ Burada mushafın ne işi var? Bu adam kör” dedi. Bu düşünceye düştü, huzuru kaçtı; “ Burada bu körden başka kimse de yok, bu ne iş? Burada yalnız o var, bir de buraya mushaf koymuş. Ben ne bunağım, ne sersem…

1840. Onun için hiçbir şey sormayayım, sabredeyim de sabırla muradıma erişeyim” dedi. Sabretti, bir müddet gönlü sıkıldı, fakat nihayet meseleyi anladı. Çünkü sabır, genişliğin anahtarıdır. Lokman’ın Davud aleyhisselâm’ı demir halkalar yaparken görüp merak etmesi, sabredersem elbette anlarım diye sormayıp sabretmesi Lokman, tertemiz Davud’un yanına gitmiş, onun demir halkalar yapmakta olduğunu görmüştü. O yüce padişah demir halkalar yapıyor, halkaları birbirine takıyordu. Lokman silah yapma sanatını pek görmemişti, şaşırıp kaldı, vesveseleri arttı.

1845. Bu nedir acaba, şunu bir sorsam, bu kat kat halkalarla ne yapıyorsun desem, dedi. Sonra yine kendi kendisine dedi ki: “ Dur hele sabır daha iyi. Sabır, adamı maksadına çabucak ulaştırır. Sormazsam iş daha çabuk anlaşılır. Sabırlı kuş, bütün kuşlardan daha iyi uçar. Fakat sorarsam maksadı daha geç anlarım, kolaycacık anlayacağım şey, bu sorgumla güçleşir. Lokman, orada bir müddet sabredip durdu. Bu müddet içinde Davud da zırhı yapıp tamamladı.

1850. Kerem ve sabır sahibi Lokman’ın önünde bedenine geçirip giyindi. “ Civanım, bu, savaşta yaralanmamak için güzel bir elbisedir” dedi. Lokman dedi ki. “ Sabır da güzel bir iş. Her dertte ona sığınmak gerek, her gamı o giderir.” A kişi “ Vel asri” suresinin sonunu dikkatlice oku da bak. Allah o surede sabrı hakla beraber andı, sabrı hakka eş etti. Allah, yüz binlerce kimya yarattı ama insan, sabır gibi bir kimya görmedi. Körün Mushaf okuması hikâyesinin sonu

1855. Konuk da sabretti. Ansızın müşkül halloldu, anlamak istediğini anladı. Gece yarısı Kur’an sesini duydu. Uykusundan sıçradı, şu acayip şeyi gördü: Kör, mushaftan Kur’an okumaktaydı. Hem de doğru olarak okuyordu. Sabırsızlandı, bu hali sordu, dedi ki: “ “Gözün kör olduğu halde şaştım doğrusu, bu satırları nasıl okuyabiliyorsun sen? Okuduğun satıra bakmakta, elini okuduğun harflerin üstünde gezdirmektesin.

1860. Parmağını satırlar üstünde gezdirişinden anlaşılıyor, mutlaka harfleri görüyorsun.” Kör dedi ki. “ Ey ten bilgisizliğinden kurtulan, bunu Allah yapamaz mı ki? Neye şaşırıyorsun? Ben Allah’ya, ey yardımcım olan Allah, ey yardım dilenen Rabbim, adam canına nasıl düşkünse ben de Kur’an okumaya öyle düşkünüm. Fakat hafız değilim ki, Yarabbi Kur’an okuyacağım vakit gözlerime illetsiz bir nur ver, Benim gözlerimi aç da Kur’an’ı elime alıp okuyayım diye dua ettim.

1865. Allah’dan ey Kur’an’a düşkün adam, ey her dertte bize yüz tutan, bizden ümidini kesmeyen kişi, Senin bize karşı öyle bir hüsnü zan, o ümit, sana daima yücel, yüksel demekte. Ne vakit Kur’an okumak istersen, ne vakit mushafı eline alırsan, Ben de o zaman sana gözlerinin nurunu bağışlayacağım ey yaratılışı büyük kişi, diye nida geldi. Öyle de yaptı Allahm, ben ne vakit okumak üzere mushafı elime alır, açarsam,

1870. Her şeyi bilen, hiçbir işten gafil olmayan o ulu padişah. O tek Allah, gece çırağı gibi gözlerimin nurunu ihsan etmekte” Allah, ne alırsa ona karşılık ihsanda bulunur. Velî bu sebeple Allah’ya itiraz etmez. Bağını mı yaktı? Sana bir bağ dolusu üzüm ihsan eder; yas içinde neşe verir. O elsiz çolağa da el verir, gamlara maden olan kişiye neşeli, sarhoş bir gönül bağışlar.

1875. Kaybettiğimiz şey büyük ve değerli bir şey bile olsa mademki bize karşılık olarak ihsanlarda bulunuyor, şu halde itiraz etmemize imkân yok. Ortada ateş olmadığı halde bana hararet verdikten, beni ısıttıktan sonra ateşimi söndürse de razıyım. Madem ki mumsuz da aydınlık vermekte, mumun sönüşüne neye feryat ediyorsun? Bazı velîler, Allah hükümlerine razı olurlar Yarabbi, bu hükmü çevir diye niyaz etmezler Şimdi, dünyada hiç itiraz etmeyen yolcuların hallerini işit. Velîlerden dua edenler, gâh diken, gâh sökenler var. Bunlar başka.

1880. Bir de velîlerden öylelerini tanırım ki ağızları yumulmuştur, hiç dua etmezler. O, ulular, Allah hükümlerine razı olmuşlardır, takdirin def’ine çalışmak onlara haramdır. Bunlar, kaza ve kaderde hususi bir zevk bulurlar, bundan kurtulmayı dilemek onlarca küfürdür. Allah bunların gönlüne öyle bir hüsnü zan vermiştir ki derde düşüp hiç yaslanmazlar, gök renkli yas elbisesi giymezler. Behlûl’ün dervişe sual sorması Behlül, dervişin birine “ Derviş, nasılsın? Anlat bakalım?” dedi. Derviş, Dünyadaki işler daima bir adamın dilediği gibi olur; Seller, ırmaklar muradınca akar, yıldızlar hükmünce hükmeder; Hayatla ölüm, ona çavuş olur, emrine uyup dilediği yere gider. Nereye dilerse baş sağlığı haberi yollar, nereye dilerse kutlu olsun derse… Yolcuların hepsi, onu izler, yolda kalanlar onun tuzağına tutulursa…

1890. Onun fermanı, onun rızası olmadıkça âlemde hiçbir ağız gülmezse bu adamın hali nasıldır? İşte o haldeyim ben” dedi. Behlûl, padişahım doğru söyledin. Bu hale sahip olduğun nurundan da belli, yüzünden de görünüp durmakta. Böylesin, hatta yüz mislisin… doğru ama bunu bir güzelce anlat. Öyle bir anlat ki duyunca fazilet sahibi de kabul etsin, bir şeyden anlamaz adam da. Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir