İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 20. Bölüm)

1895. Söz söyleyen kemal sahibi olursa söz söyleme sofrasını yaydı mı sofrası, her çeşit aşlarla doludur. Hiçbir konuk mahrum kalmaz. Herkes o sofrada kendi gıdasını bulur. O sofra, Kur’an’a benzer; Kur’an’ın da yedi mânası vardır; alelâde halk da ondan doyar, halkın bilgide, irfanda ileri gelenleri de” dedi. Derviş dedi ki: “ Herkesçe şu muhakkaktır ki âlem Allah emrine râm olmuştur. O padişahın kaza ve kaderi olmadıkça ağaçtan yaprak bile düşmez.

1900. Allah lokmaya, gir içeri diye emretmedikçe boğazdan lokma bile geçmez. İnsanların yuları, dizgini olan, insanları dilediği yere sürüp götüren istekler de o gani Allahnın emriyle meydana gelir. Yeryüzünde olsun, göklerde olsun… bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpmaz, harekete gelemez; Onun yürür ve kadim fermanı olmadıkça kımıldayamaz bile. Bunu anlatmaya imkân da yoktur, bu hususta ısrar da hoş değil. Ağaçların yapraklarını kim sayabilir? sonu olmayan şey, nasıl söze sığar?

1905. Sen şu kadar duy, madem ki bütün işler, Allah’nın emrine tabi; Allah’nın emri olmadıkça hiçbir şey olmuyor. Allah’nın takdiri, kulun rızası olur; kul Allah takdirine rıza verir, onun hükmünü diler, isterse… Zorla, yahut sevaba girmek için değil de bu razılık, kendiliğinden meydana gelir, ona hoş görünürse, Artık o kul yaşamayı bu lezzetli hayattan zevk almak için istemez. Hayatı kendisi için istenen bir şey olmaktan çıkar. Ezelî emir, neyse ona uyarı hayatla ölüm, onun yanında bir olur.

1910. Yaşarsa Allah için yaşar,mal, mülk ve hazine için değil… Ölürse Allah için ölür, korkudan hastalıktan değil! İmanı, onun dileği, onun rızası içindir, cennet için, ağaçlar, ırmaklar için değil! Küfrü terk edişi de cehenneme gideceğim diye korkudan değildir, Allah içindir. Bu ahlâk, ona ezelden verilmiştir; gözü ve sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmu,ş aydın olmuştur. Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, ona şekerle yapılmış helva gibi gelir.

1915. Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa âlem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?” Peki… neden dua edip de Yarabbi, bu takdiri sen tebdil et diye yalvarsın? İşte şeyhe göre Allah rızası bakımından kendi ölümü de evlâtlarının ölümü de helva gibiydi. O vefakâr, o yoksul şeyhe evlât ölümü, kadayıf gibi gelmişti. O halde Allah rızasını, duada görmedikçe neden dua etsin?

1920. Doğru yolu bulan bu çeşit kulun şefaati de acımaktan değildir, duası da. O, Allah aşkının mumunu yakar yakmaz kendi acımasını da yakmış yandırmıştır. Onun aşkı, vasıflarına cehennem kesilmiştir O, kendi vasıflarını kıldan kıla tamamıyla yakmıştır. Fakat geceleyin yol alanlar, bunları nereden anlayacaklar? Bunları Dekukî gibi yalnız bu devlete koşan, devlete ulaşan kişi bilir! Dekukî ve kerametleri Dekukî , iyi bir hale sahipti. Âşık ve keramet sahibi bir zat.

1925. Yeryüzünde gökteki ay gibi seyreder dururdu. Gece yolcularının gönülleri, onunla aydınlanır, nurlanırdı. Bir yerde az otururdu, bir köyde iki günden fazla kalmazdı. “ Bir evde iki günden fazla otursam kalbimde oranın sevgisi alevlenir. Eve barka mağrur olmaktan çekinir, hadi ey nefis zenginleşmek, bir şey elde etmek için sefere düş derim; İmtihanda muvaffak olması için kalbimi hiçbir yere alıştırmam derdi.

1930. Gündüzleri yol yürür, sefer eder, geceleri ibadette bulunur, namaz kılardı. Gözü açıktı o erin…padişahı görürdü, bir doğan kuşuna benzerdi. Halktan çekilmişti, fakat huyunun kötülüğünden değil… Kadından da ayrılmıştı, erkekten de, fakat ikilik korkusuyla değil! Halka şefkat gösterirdi, su gibi faydalıydı, onlara güzel bir şefaatçıydı, duası da Allah tarafından kabul edilirdi. Daima iyiyi de esirgerdi, kötüyü de… herkese karşı anadan daha iyi babadan daha düşkün ve muhabbetliydi. Peygamber: “ Ey ulular, ben size baba gibi şefkat ederim, sizi babanız gibi severim.

1935. Çünkü siz benim cüz’lerimsiniz. Neden cüz’ü külden ayırırsınız?” demiştir. Cüz, külden ayrıldı mı bir işe yaramaz. Tenden bir uzuv kesildi mi o uzuv, murdar olur. Tekrar aslına ulaşmazsa ölür kalır, candan haberi bile olmaz. Oynasa, hareket etse bile bu, onun diriliğine delil olamaz. Senin kesilen uzvun da bir müddet oynar, hareket eder. Cüz, külden ayrılırsa bir tarafa gider, kaybolur, kül de noksan kalır. Fakat bu bahsettiğimiz kül o noksan kalan kül değildir.

1940. O küllün kesilmesi, ulanması söze sığmaz ama misal için ( zaruri olarak) nâkıs bir şey söylüyoruz. Dekukî hikâyesine dönüş Peygamber, Ali’ye de temsil yoluyla aslan demiştir. Aslan onun benzeri değildir ama misal bu… böyle demiştir işte… Sen misalden, benzerden, aralarındaki farktan vazgeç de Dekukî hikâyesine gel civanım. Dekukî, fetvada âdeta halkın imamıydı, takva topunu meleklerden bile çelmişti. Bir yerde durup dinlenmede gezip tozmada ayı bile mat etmişti. Dindarlıkta din bile ona haset ederdi.

1945. Bu kadar takva ve ibadetle, bu derece evrada, zikre koyulmuş olmakla beraber yine de daima Allah haslarını arardı. Zaten seferden asıl maksadı da buydu, bir an olsun Allah hasına rastlayayım demekteydi. Yola düştü mü, Yarabbi, beni haslarından birisine ulaştır, ona arkadaş et. Yarabbi, tanıdığım erlere gönlüm kuldur. Köledir. Canım Allah’ım, tanımadıklarımı da hicap içinde düşmüş kuluna merhametli kıl, derdi.

1950. Allah ey ulular ulusu, bu ne aşk, bu ne susuzluk? Beni seviyorsun ya… başkasını ne yapacaksın? der; O da şöyle cevap verirdi! Ey sırları bilen Rabbim, niyaz yolunu gönlüme açan, gösteren sensin. Denizin ortasındayım ama yine de testideki suya tamahım var. Ben Davud’a benziyorum, doksan koyunum var ama arkadaşımın bir koyununa da tamah ediyorum.

1955. Senin aşkında haris olmak övülecek bir şeydir, bir yüceliktir.Fakat senden başkasının aşkına düşüp de harislikte bulunmak ayıptır, ardır. Erlerin şehveti, erlerin hırsı, önden gelir, puştların hırsıysa ayıp bir şeydir, kötü bir yoldur. Erkeklerin hırsı öne aittir, puştların hırsı arda ait! O hırs erliğin kemalidir, bu hırs rezalettir, soğuk ve kötü bir şeydir. Ah burada pek gizli bir sır var. Öyle bir sır var ki onu anlamak için Musa bir Hızır’a koştu.

1960. Sen de suya kanmamış bir susuz gibi, Allah için olsun, elde ettiğine kanaat etme, durma! Bu kapıda nihayetsiz makamlar var. Baş köşeyi bırak, senin baş köşen yoldur! Musa’nın, ulu bir peygamber olduğu, Allah’ya pek yakın bir makamda bulunduğu halde Hızır’ı arayıp sır öğrenmeye girmesi Ey kerem sahibi, bunu Musa’dan öğren. Kelîm bile iştiyakından bak, ne diyor: Bunca makama sahip olduğum, yüce bir peygamber bulunduğum halde kendimi görmüyor, kendime varlık vermiyorum, Hızır’ı aramaktayım. Ona, “ Ey Musa, sen kavmini bıraktın, bir izi kutlu kişinin ardına düştün.

1965. Öyle bir ulusun ki korkudan da kurtulmuşsun, ricadan da; niceye dek dönüp dolaşacaksın, ne vakte kadar arayacaksın? Aradığın sende… bunu sen de bilirsin. Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın? dediler. Musa “ Beni bu kadar kınamayın, güneşte ayın yolunu kesmeye savaşmayın. Ben, zamanın padişahıyla sohbet etmek için ta Mecmaal Bahreyn’e kadar gideceğim. Hakikate ulaşmak için Hızır’ı sebep edecek, ona ulaşıncaya kadar yürüyecek, nice zamanlar sefer edip duracağım.

1970. Yıllarca bu kanatlarımla o uğurda uçacağım. Yıllarda nedir ki? Binlerce yıllar koşacağım. Bu binlerce yıllar uçup gitmeme değmez mi yoksa? Ben sevgilinin aşkını ekmek aşkından daha âdi görmem! Bu sözün sonu gelmez. Sen yine Dedukî’nin hikâyesini söyle! Yine Dekukî hikâyesi Allah Rahmet etsin, Dedukî dedi ki: Nice zamandır doğuda, batıda sefer edip dururum. Yıllarca, aylarca bir ay yüzlünün aşkıyla gittim. Ne yoldan haberim vardı, ne belden! Allah kudretlerine hayran bir halde yürüdüm.

1975. Birisi ona : “ Dikenliklerde, taşlıklarda yalınayak mı gidiyorsun?” dedi. Dekukî dedi ki: “ Ben hayretler içindeyim, kendimde değilim ki. Sen bu ayakları yere basıyor sanma, öyle görme. Çünkü âşık şüphe yok ki gönül yurduna sefer eder. Gönül, sevgilinin sarhoşudur: yoldan, konaktan yolun kısalığından, uzunluğundan ne haberi var” Yolun uzunluğu, kısalığı, tenin vasıflarıdır. Ruhların gidişi başka çeşit bir gidiştir. Sen, meni iken akıl âlemine kadar sefer edip geldin. Bu seferinde ne adım attın, ne bir yerde konakladın, ne de bir yerden bir yere göçtün.

1980. Canın gezip yürümesi, keyfiyetten hariçtir, anlatılamaz. Cismimiz de gezmeyi candan öğrendi. Dekukî de cisim âleminde olan gezmeyi gayri bıraktı da mânevi bir keyfiyete büründü, gizlice ve keyfiyetsiz olarak gitmekte. Dekukî dedi ki: “ Bir gün, sevgilinin nurlarını insanda görmeye iştiyakım arttı. Katrede bahri muhiti, zerrede güneşi görmek arzusuna düştüm. Gide gide bir deniz kıyısına vardım. Vakit gecikmişti, akşam olmuştu. Kıyıda yedi mum görünmesi

1985. Ansızın ta uzaktan o sahilde yedi mum gördüm, mumların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım. O yedi mumun her birinin nuru gökyüzüne kadar vurmuştu. Hayretlere düştüm, hattâ hayret bile hayran oldu. Hayret dalgası aklımın başından aştı! “ Bu mumlar, ne çeşit mum? Halk nasıl oluyor da bunları görmüyor; Aydan daha aydın olan mumlar durup dururken başka bir mum arıyor?

1990. Halkın gözünde ne şaşılacak bir bağ var ki bunları görmüyor. Allah doğru yolu dilediğine gösteriyor sahiden” diyordum. O yedi mumun bir mum oluşu Bir de baktım ki o yedi mum bir mum oldu. Nuru, gökyüzünü bile delip geçmekteydi. Sonra yine o tek mum, yedi mum oldu. Benim sarhoşluğum, hayretim arttı. O mumların birleşmesini dille anlatmaya imkân yok ki! Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese anlatamaz.

1995. Kulak idrâkin bir ân içinde gördüğü şeyleri, yıllarca dinlese bitmez. Mademki bunun sonu yok, hadi, var, yine o hamdinde âciz olduğum şeyi anlat! O mumlar ulu Allah’dan ne çeşit nişanelerdir diye koşa koşa gidiyordum. Derken kendimden geçtim, acelemden yere yıkıldım, harap oldum. Topraklara serildim, bir müddet akılsız, idrâksiz bir halde kaldım.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir