İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 21. Bölüm)

2000. Sonra kendime gelip yine kalktım, yola düştüm. Fakat bir yere gidiyordum ki ne başım bendeydi ne ayağım! Mumların yedi adam şeklinde görünmesi Derken bu yedi mum, nurların ta lâcivert kubbeye kadar yükselen, Gündüzün nurlarını bile bir karaltı gibi gösteren, aydınlıklarıyla bütün nurları silip süpüren yedi adam şekline girdi. Mumların yedi tane ağaç olması Sonra o yedi adam, yedi tane ağaç oldu. İnsan yeşilliklerinden neşeleniyordu. Yapraklarının çokluğundan dalları görünmemekte, meyvelerinin bolluğundan yaprakları kaybolmaktaydı.

2005. Dallar ta Sidre’ye kadar yükselmiş… hattâ Sidre de ne oluyor? Halâ’yı bile aşmıştı. Kökleri, yerin dibine kadar girmiş, yayılmış, öküzle balığı bile geçmişti. Kökleri, dallarından daha taze, daha lâtifti. Bunları seyredenin aklı, hayretlere düşüyor, altüst oluyordu. Olgunluktan yarılan meyvelerinden su gibi nur şimşekleri fışkırtmaktaydı! Bu ağaçların halkın gözünden gizli kalması Asıl şaşılacak şeye gelince: O ovalardan, o çöllerden yüz binlerce adam geçiyor,

2010. Gölgelik için can veriyorlar, başlarını kilimlerle örtüyorlardı da, Onların gölgesini bile görmüyorlardı. İyi görmeyen çakmaklaşmış gözlere yüzlerce kere tuuh! Allah’nın kahrı, gözleri bağlanmış yoksa… gözleri bağlı adam, ayı görmez de Sühayı görür! Güneşi görmez de zerreyi görür. Fakat yine de Allah’nın lûtfundan, kereminden ümit kesilmez ya! Kervanlar aç susuz ağaçların altına dökülen bu olgun meyveleri görüyorlar. Yarabbi, bu ne sihir?

2015. Halk, çürük meyveleri toplamakta, pisboğaz ve doymaz adamlar, bu pörsümüş meyveleri yağma etmek için birbirlerine girmekteydi. O dallar, meyveler, yapraklarsa anbean “ Keşke kavmimiz bizi bilseydi, ne olurdu?” diyorlardı. Her ağaçtan “ A bahtsız kişiler, bize gelin, bize” diye ses geliyordu. Fakat Allah’dan da ağaçlara: “ Onların gözlerini bağladık, onlara sığınacak yer yok!” sesi gelmekteydi. Onlara birisi, “ Bu yana gelin de bu ağaçlardan faydalanın” dese,

2020. Hepsi birden “ Bu sarhoş yoksul, Allah’nın takdiriyle deli olmuş. Bu yoksulun beyni başa çıkmaz sevdalarla, sonu gelmez riyazatlarla soğan gibi çürümüş kokmuş!” diyorlardı. Dekukî şaşıp kalıyor, “ Yarabbi bu ne hal? Halka bu perde, bu sapıklık neden geliyor ki? Çeşit çeşit adamlar, yüzlerce akla, yüzlerce tedbire sahip oldukları halde o tarafa bir adım olsun atamıyorlar. Akılları, fikirleri de hep birden inkâra düşmüşler. Onların bu azgınlığına, bu isyanına bakıyorum da şüpheleniyorum…

2025. Yoksa ben mi çıldırdım, ben mi sersem oldum? Şeytan, benim kafama mı bir şey vurdu? Her an gözlerimi ovup duruyorum, bu cihanda rüya mı görüp durmaktayım yoksa? Fakat bu nasıl rüya olur? İşte ağaçlara doğru gidiyorum, meyvelerini yiyorum. Buna nasıl inanmayayım? Sonra yine münkirlere bakıyorum; görüyorum ki bu bahçeden haberleri bile yok. Son derece iştiyaka düşmüşler, fevkalâde ihtiyaçlarından bir yarım koruk için can veriyorlar.

2030. Bu yoksullar, açlıklarından bir yaprak için ah edip duruyorlar! Sonra yine acaba ben mi kendimden değilim, ben mi hayale düştüm, gözüme görünen muhayyel bir ağacın dalına el attım? diyorum” demekteydi. Peygamberler bile ye’se düşünce kendilerine yalan söylendi sandılar âyetini oku da bak. Bu âyetteki “ Küzzibû-tekzib edildiler, onlara yalan söylüyorsunuz dendi” kelimesini teşditsiz “ KüzibûKendilerine yalan söylüyorlar sandılar” tarzında oku. Bu takdirde mâna şöyle olur: Peygamberler bile kendilerini aldanmış sandılar.

2035. Peygamberler bile kötü kişilerin ittifakına baktılar da şüpheye düştüler. “ Bu şüphe ve tereddütten sonra onlara yardım ettik. Neyse, sen bunları bırak da can ağacına gel! Kısmetin neyse ye, yedir deniyor!” ona, her an vahiyden sihirler öğretiliyordu da, Halk, “ Şaşılacak şey, bu ses nedir? Sahrada ne ağaç var, ne meyve. Kara sevdaya tutulmuş olanların yakınınızda bahçe var, sofra var demelerinden âdeta aptallaştık.

2040. Gözümüzü ovuyor, bakıyoruz . Fakat burada bahçe yok ki… önümüzdeki saha ya çöl, yahut aşılması güç bir yol! Fakat bu kadar uzun uzadıya söylenip duran sözlerde beyhude olmaz ya. Acayip şey, nasıl olurda bu kadar sözün aslı olmaz. Fakat varsa nerede söyle!” diyordu. Dekukî, macerasını şöyle anlatır: “ Ben de tıpkı onlar gibi, acayip şey demekteydim, Allah bunların gözlerini ne de sıkı bağlamış? Bu kavgalardan, bu aykırı hareketlerden Muhammed’de şaşmaktaydı. Ebu leheb de! Fakat bu şaşmakla o şaşmak arasında pek büyük fark var.

2045. Dekukî, tez tez yürü sükût et. Ne vakte kadar söylenip duracaksın, ne vakte kadar? Duyup anlayan kulak kıt! O yedi ağacın bir ağaç olması Dedukî dedi ki: Bahtım yaver oldu, ileriye doğru yürüdüm, bir de baktım ki o yedi ağaç bir ağaç olmuş. Her an bir ağaç, yedi ağaç olmakta, yedi ağaç bir ağaç haline gelmekteydi. Hayretten ne hale geldim, bilir misin? Dondum, kaldım! Sonra ne göreyim; ağaçlar, cemaat gibi toplanmış, saf düzmüş, namaza durmuşlar! Bir ağaç, imam gibi önlerine geçmiş, öbürleri de onun ardında kıyamdalar!

2050. Onların kıyamı rükû etmeleri, secdeye varmaları beni büsbütün şaşırttı. O anda Allah’nın “ Yıldız ve ağaç, Allah’ya secde eder” sözünü hatırladım. Bu ağaçların ne dizleri vardı, ne belleri! Nasıl rükûa, secdeye varıyorlar, bu ne biçim namaz? derken, Allah’dan ilham geldi: A nurlu, pirli kişi, hâlâ bizim işimize şaşıyor musun? Bizce bu işler, şaşılacak işler değil ki! Yedi ağacın yedi adam olması Bir müddet sonra ağaçlar, yedi tane adam oldu. Hepsi de tek Allah’nın huzurunda ka’dedeydi.

2055. Gözlerini ovuşturup bu yedi aslan kimlerdir, âlemde ne işleri var ki? diye bakmaktaydım. Yanlarına yaklaşıp onlara uyanık bir gönülle selâm verdim. Selâmımı alıp “ Ey Dekukî, ey uluların tacı, büyüklerin övündüğü zat” dediler. Kendi kendime beni nasıl tanıdılar? Bundan önce beni görmemişlerdi dedim. Hatırımdan geçeni hemencecik anlayıp birbirlerine baktılar.

2060. Gülerek “ Ey aziz, bu sır, şimdi sana gizli mi ki? Allah’ya ulaşıp hayrete varan bir gönüle solun, sağın sırları gizli kalabilir mi?” dediler. Yine kendi kendime bunlar hakikatlere ermişler, hakikatler âlemine ulaşmışlar, âlâ… fakat bu surete ait ismi, bu surete ait harfi nasıl biliyorlar? dedim. İçlerinden biri “ Velî, bir adı bilmezse bil ki bu istiğraktan ileri gelen bir şeydir, cahillikten değil” dedi. Ondan sonra bana “ Ey temiz dost, biz namazda sana uymak istiyoruz” dediler.

2065. Peki dedim, fakat bir an müsaade edin zamanın devrine ait müşküllerim var. Temiz sohbetinizle o müşküller hal olsun. Topraktan üzüm bile sohbetle biter. İçi dolu olan tane kara toprağa ulaşır, toprakta halvet eder, toprakta sohbet eder, Kendisini toprakta tamamıyla mahveder; nihayet ne sarı, ne kırmızı rengi kalır, kokusu da mahvolur da, Tamamıyla mahvolur kabza eriştikten sonra kol kanat açar, basta erişir, atını sürmeye başlar.

2070. Aslının önünde varlığından geçince suret ortadan gider, mânası cilvelenir. Hüküm senin diye baş eğdiler. Onların bu baş eğmelerinden öyle hararetlendim, gönlümden öyle bir ateş çıktı ki! Bir zaman o seçilmiş kişilerle mürakabeye daldım, kendimden geçtim. O zaman canım, zamandan kurtuldu. Zaman insanı gençken kocaltır. Bütün renkten renge girişler, zamandan meydana gelir. Zamandan kurtulan, renkten renge girmekten de kurtulur.

2075. Bir zaman, zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu keyfiyet kalmaz, keyfiyetsiz Allah’ya mahrem olursun. Zaman zamansızlığı bilmez. Zamansızlık âlemine varmak için hayretten başka yol yoktur. Bu arayıp tarama âleminde herkesi, zamanın bir hususi tavlasına bağlamışlardır. Her tavlaya bir memur dikilmiş… oranın ehli olmayan, memurdan izinsiz oraya giremez. Bir tavlada bağlı olan, hevese düşüp de bağlarını çözdü, başkalarının tavlasına gitti mi,

2085. Hemen ahır memurları onu aramaya koyulur, bulup yularını tutar, çeke çeke yerine getirir! Seni koruyanları görmüyorsan kendine bak! İhtiyarın elinde mi senin? Zâhiren ihtiyarın elinde… elin, ayağın bağlı değil… peki, ya neden hapistesin, neden, Seni koruyan memuru inkâr etmeye yüz tuttun da dilediğin şeylerden seni alıkoyan nefsin tehditleri adını taktın ha! Dekukî’nin imam olarak öne geçmesi Dekukî’ye “ Bu sözün sonu yoktur. Namaz vakti, hemencecik öne geç.

2085. Ey tek kişi, bize iki rekât sabah namazı kıldır da zaman seninle bezensin. Ey gözü aydın imam, bize imamlık et… İmam olanın gözü açık olması lâzım. Şeriat de körün imamlığı mekruhtur. Hafız, akıllı ve fakih olsa bile körün imamlığı hoş değil. Sersem ve suçlu olsa bile gözü açık imam bu çeşit körden iyidir. Kör, pisliklerden çekinemez. Çekinmenin asıl sebebi, asıl vesilesi gözdür.

2090. Kör yolda yürürken pisliği göremez. Dilerim, hiçbir müminin gözü kör olmasın. Zâhiri kör, görünen necasetlere bulaşır. Fakat can gözü kör olan kişi gizli olan, görünmeyen pisliklere bulaşır. Bu görünen pislik bir parça suyla arınır, fakat içte olan pislik, artıkça artar. İçteki pislikler anlaşıldı mı gözyaşından başka bir şeyle temizlenemez. Allah, kâfire “ Pis murdar” demiştir. Bu pislik, bu murdarlık, onun dışında değildir.

2095. Kâfirin dışı, pisliklere bulaşmıştır. Pislik onun huyundadır, dinindedir. Zâhiri pisliğin kokusu yirmi adımlık yerden gelir, bâtıni pisliğin kokusuysa Rey’den tut da Şam’a kadar gider! Hattâ göklere çıkar, hurilerle Rıdvan’ın burunlarını doldurur! Bu söylediğin sözler yok mu? Senin anlayışın miktarı ancak… öldüm iyi ve doğru anlayışın hasretinden! Anlayış sudur, beden testi. Testi kırılınca içindeki su dökülür gider!

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir