İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 27. Bölüm)

2600. Hatırıma Sebalılar’ın hikâyesi geldi. Ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti. Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi. Hani çocuklar masal söylerler ya… fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır. Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın…bütün viranelerde define aramaya koyul! Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi… büyüklüğü bir tepsiden fazla değil!

2605. Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı… bir soğan kadar! On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret! Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam! Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir. Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!

2610. Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok! Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun! Kör dedi ki: “ İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.” Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi. Çıplak “ Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.

2615. Kör dedi ki: “ İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.” Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin! Çıplak, eyvahlar olsun, dedi… gelirlerse tamah ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim! Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler. O köyde semiz bir kuş buldular. Kuş pek semizdi, vücudunda zerre kadar et yoktu, öyle arıktı ki!

2620. Ölmüş bir kuştu, kargaların gagalamasından kemikleri bile incelmiş, ipliğe dönmüştü. Aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler… üçü de tok filler gibi semirip şiştiler. Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler! Üç genç de öyle semirdi, öyle şişmanladı ki şişmanlıktan âleme sığamaz oldular! Bu kadar şişmanlıkta, bu koskocaman kelleyle, kulakla, bu iri yedi endamla beraber kapının çatlağından süzülüp geçtiler!

2625. Ölüm de halka görünmez, ölümün yolu da gizlidir. Ölüm de göze gelmez… acayip bir çıkış yeridir. İşte bak, kervanlar birbiri ardına ulanmış, o kapının gizli çatlağından geçip gitmede! Fakat o çatlağı arasan göremezsen. Pek gizlidir ama ondan bunca kişileri geçirdiler, gelin evine güvey götürür gibi götürdüler. Uzaktakini bile gören köle, keskin kulaklı sağır, uzun elbiseli çıplak Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi. Kör de hırstır. Halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf söyler de,

2630. Kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez, fakat gene de âlemin ayıbını arar! Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak adamın eteğimi olur ki kessinler! Dünyaya kapılan da hem müflistir, hem de korkmakta. Halbuki hırsızlardan hiç de korkmaması lâzım. Zaten dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecek… böyle olduğu halde hırsızlardan korkusundan yüreği kan olmakta! Fakat hayattayken bunca feryad ü figan etti ağlayıp sızladıydı ya… ölürken kendiside bu korkusuna şaşar, güler!

2635. O zaman zengin hiçbir pulu olmadığını… zeki, hiçbir hüneri bulunmadığını anlar. Hayattaki bu korku, eteğine saksı kırıkları doldurup da kendisini mal sahibi sanan, onları kaybedeceğinden korkan, onların üstüne titreyen çocuğun korkusuna benzer. O saksı kırıklarından bir parçasını bile alsan ağlamaya başlar; geri verirsen de sevinir, gülmeye koyulur. Bilgi elbisesini giymedikçe çocuğun ağlamasına da ehemmiyet verilmez, gülmesi de! Ahmak da eğreti malı kendisinin sanır da onun üstüne titrer. Hay aşağılık adam hay!

2640. Uykuda kendisini mal sahibi görür, çuvalını hırsız çalacak diye korkar! Fakat kulağı çekildi de uyandı mı kendi korkusuyla kendisi alay eder. Bu cihanın aklına, bu âlemin bilgisine sahip olan âlimlerin korkusu da buna benzer. Hünerlere, fenlere sahip olan bu akıllılara Allah Kur’an’ da “ Onlar bir şey bilmezler” dedi. Her biri kendisinde bilgi var zannına kapılır da birisi çalacak diye korkuya düşer.

2645. Zamanımı alıyorlar der. Halbuki bir fayda, bir kâr elde eden kişinin zamanı zaten onda yok! Halk beni işimden, gücümden alıkoydu der ama canı, ta boğazına kadar işsizliğe, güçsüzlüğe dalmıştır! Çıplak adam elbisemi sürüyüp duruyorum; eteğimi, onların pençesinden nasıl kurtaracağım der! Âlim de, bilgilerin yüz binlerce çeşidini bilirde zalim herif, kendisini bilmez. Her cevherin haysiyetini bilir de kendi cevherine gelince bir eşeğe döner!

2650. Be hey âlim, sen, ben caiz olan şeylerle caiz olmayanları bilirim dersin ama kendin caiz misin, işe yarar mısın, yoksa bir kocakarı mısın? Bundan haberin yok! Bu, yerinde doğru… şu, yerinde değil, eğri… bunu biliyorsun ama sen doğru musun, eğri mi? Bir de iyice bak! Her kumaşın değeri nedir? Biliyorsun da kendi değerini bilmiyorsun. Bu ahmaklıktır. Yomlu yıldızlarla yomsuz yıldızları biliyorsun… fakat sen yomlu musun, yoksa cemcenabet biri misin? Buna bakmıyorsun bile? Bütün bilgilerin ruhu budur bu… mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim; demen bunu bilmen gerek!

2655. Din usulünü bildin ama kendi aslın, kendi mayan iyiyse bir de ona bak, onu bil! Seni için bu iki usulden kendi aslını bilmen daha iyidir ey ulu kişi! Sebâlılar’ın şehirlerinin güzelliği ve onların buna şükretmemeleri Sebâlılar’ın asılları kötüydü, mayaları pisti. Allah’ya ulaşma sebeplerinden kaçarlardı. Allah, onlara bunca matah, bunca bağ, bunca bostan vermiş, sağlarından, solarından onlara zevk ve huzur için bunca nimetler ihsan etmişti. Ağaçlardan dökülen meyvelerin bolluğundan yol daralır, geçenler, geçemez olurlardı.

2660. Yerlere dökülen meyveler, yolu kapar, yolcu, nereden geçeyim diye şaşırır kalırdı. Birisi, başına bir sepet alıp ağaçlıklardan geçse sepet silkmeden meyvelerle dolardı. Meyveleri kimse silkmez, düşürmez, meyveler, rüzgârla düşer, nicelerin etekleri, meyvelerle dolar, boşalırdı. Meyve hevenkleri, dallardan aşağılara kadar sarkar, gelip geçenlerin başlarına, yüzlerine sürtünürdü. Külhan hizmetinde çalışan aşağılık bir adam bile o kadar zengindi ki altın kemer kuşanırdı.

2665. Köpek, ekmekleri ayağıyla çiğner, ezerdi… kurt, yiyecek bolluğundan imtilâ illetine tutulmuştu. Şehir de hırsızdan kurttan emindi, köy de. Keçi bile, büyük büyük kurtlardan korkmaz olmuştu. Onların günden güne artan nimetlerini, onların nail oldukları şeyleri anlatsam, Mühim sözler geri kalır. Peygamberler, bunlara “ Doğru olun, doğruluk yapın!” demişti! Sebâlılar’a nasihat için peygamber gelmesi, Peygamberlerden mucize istemeleri Oraya tam on üç peygamber gelmiş, sapıklara yol göstermiş istemişlerdi. 2670 . “Nimetleriniz çoğalıp durmakta, fakat şükür nerede? Şükrü merkebi yatıp uyusa bile siz onu uyandırın, kaldırın! Nimet verene şükretmek aklen de lâzım. Şükretmeyen, kendisine ebedî hışım kapısını açar. Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre bedel bu kadar nimeti kim verir? Allah insana baş verir, şükür için de bir secde ister… ayak bağışlar şükür için bir oturma diler” dediler. Sebâlılar dediler ki: “ Bizim şükretme kabiliyetimizi Şeytan aldı götürdü! Şükürden de usandık, nimetten de.

2675. Bu nimetlerden bize öyle usanç geldi ki ne ibadet hoşumuza gidiyor, ne kabahat! Nimetleri de istemiyoruz, bahçeleri de… zevk sebeplerini de dilemiyoruz, safa vesilelerini de! Peygamberler dediler ki: “ Gönülde bir illet yüzünden insan, doğruyu anlamaz, sapıtır. O yüzden nimetler, umumiyetle illet olur. Hastalıkta yenen yemek insana hiç kuvvet verir mi? Ey inatçı, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötüleşti, sâf olanlar bile bulandı gitti!

2680. Bu güzelliklerin düşmanı sensin… neye elini vurdunsa kötü oldu. Senin dostun; senin âşinan olan, sence hor, hakir sayıldı. Sana yabancı olan, seninle uzlaştı. Sence o büyük ve yüce oldu. Bu da o, hastalığın tesirinden… O illetin zehri bütün canlara sirayet eder. O illeti derhal geçirmeye çalışmak gerek. O illet durdukça şeker bile zehir kesilir.

2685. Her güzel ve tatlı şey, insana kötü ve acı gelir. İnsan Âbıhayat içse ateş sanır. O huy, ölüm kimyasıdır, dert kimyasıdır. Sen de o huy var mı? Nihayet hayatın bile o yüzden ölüm olur! O huy, sendeyken gönlü dirilten gıda bile senin vücudunda kokar, leş kesilir. Nâz- u naimle avlanan nice aziz kişiler vardır ki sana av olsalar sence bayağı görünürler. Bir akıl, gararsız, maksatsız başka bir akılla bağdaşırsa sevgi, gün gittikçe artar.

2690. Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki bu dostluk, zaman geçtikçe azalır. Çünkü nefsin daima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar! Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıysa dost ol, akla yâr ol! Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu da berbat edersin! Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş olur.

2695. Kimse tarafından söylenmemiş, kimse tarafından dokunulmamış bâkir ve lâtif ir nükte duysan anlayınca sence zevksiz ve kötü bir hal alır. Ben bunu çok duydum, dinledim… eskidi bu artık. Ey yiğit, sen, bundan başka bir şey söyle dersin. Hattâ yepyeni ve söylenmemiş bir nükte duyduğunu farzet, yarın ona da doyar, ondan da nefret edersin. Sen sendeki illeti gider… illet geçti mi, sence her eskimiş, söylenmiş söz, yeni olur. O eski söz, yepyeni dallar, budaklar verir, yüzlerce meyve hevenkleri bitirir, yetiştirir!

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir