İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 28. Bölüm)

2700. Biz böyle hekimleriz, öyle Allah şakirtleriyiz ki bahrimuhit bile bizi gördü de yarıldı. Biz başkayız; insanın hastalığını, nabzına bakarak anlayan hekimler başka! Biz gönüle vasıtasız bakarız, bizim görüşümüz, anlayışımız yüzünden pek yücedir. Onlar, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran kuvvetlendiren doktorlardır… hayvanî can, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar. Bizse iş ve söz doktorlarıyız. Bize ululuk nurunun ışığı ilham vermektedir.

2705. Meselâ bu çeşit bir iş sana faydalıdır, öbürünün yolunu keser. Bu çeşit bir söz sana faydalıdır, başka çeşit bir sözse seni yaralar! O doktorlar, hastanın sidiğine bakar, hastalığını öyle anlar… bizim delilimizse ulu Allah’nın vahyidir, hastalığı vahiyle anlarız. Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz, noksanlardan ari olan Allah’dan gelir. İlleti unulmaz hastalara sâlâ, ilâcımız, hastalara birebirdir. Peygamberlerden mucize istemeleri

2710. Sebâlılar, “ Ey dâvaya girişenler, doktorluğu bildiğinize, bize fayda vereceğinize deliliniz nerede, Siz de bizim gibi uyku uyumakta, siz de bizim gibi yemek yemektesiniz. Köylerde, şehirlerde bizim gibi oturup duruyorsunuz. Bu su, toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu avlayabilirsiniz? Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz. Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz.” dediler.

2715. Peygamberler dediler ki: “ Bu da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz. Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz. Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız. Kim, nerede mücevher? derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir. Güneş söze gelse de “ Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”

2720. Dese, sen de, “ A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’dan kendine göz iste! Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir. Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan, Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Allah ihsanını bekle!” der. Gündüzün “ Gündüz nerede” demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!

2725. Sabır ve sükût, Allah rahmetine sebep olur. Bu araştırmaysa hastalık nişanesidir. “ Susun, dinleyin” emrini canla, başla kabul et de sevgilinin mükâfatına eriş, rahmetine nail ol. Ey terbiyeli, edepli kişi, illetinin yeniden tazelenmesini istemiyorsan bu doktorun önünde paranı da çıkar, yere koy; başını da secdeye indir. Fazla sözü sat da can, mevki ve para pul bağışlamayı satın al. Bu suretle de Allah seni övsün, rütbene gök bile haset etsin.

2730. Doktorların rızasını elde ederseniz kendinizi görür, halinizi bilir, ayıplarınızı anlar, kendi kendinizden utanırsınız. Bu körlüğü defetmek halkın elinde değildir; bu, doktorlara Allah tarafından lûtfedilmiş bir hidayettir. Bu doktorlara candan kul olun da miskle, amberle dolun!” Halkın peygamberleri itham etmesi Onlarsa, bunların hepsi riyadan, hileden ibaret dediler; nasıl olur da Allah falanı, filanı kendisine vekil eder? Padişah elçisinin padişah cinsinden olması lâzım. Suyla toprak nerede, gökleri yaratan nerede,

2735. Kafamızda eşek beyni mi var ki sizin gibi bir sineği hüma kuşuyla bir tutalım? Hüma nerede, sinek nerede? Toprak nerede, Allah nerede? Gökteki güneşle zerrenin ne münasebeti var? Bu münasebet, bu alâka, hiç akıllı adamın kabul edeceği şey mi? Tavşanların, “ Ben ayın elçisiyim; ay, bu çeşmeden vazgeç diyor” demesi için bir tavşanı elçi olarak file göndermeleri – bu hikâyenin tamamı Kelile kitabında vardır – Bu, bir tavşanın “ Ben ayın elçisiyim, onunla eşim” demesine benzer. Bütün av hayvanları, fil sürüsünün yüzünden suyu güzel kaynağa gidemez olmuşlardı.

2740. Hepsi de korkularından oraya yanaşamıyorlardı. Güçleri, kuvvetleri yoktu, bir düzen düzdüler. Bir ihtiyar tavşan, ayın ilk gecesi dağın tepesine çıkıp bağırdı: Ey fil padişahı, ayın on dördüncü gecesi gel de kaynağa bak, sözümün doğruluğunu gör! Ben elçiyim, elçiye zeval yok… ona ne kızılır, sövülür, ne hapse atılır. Ay diyor ki : “ Filler, buradan gidin, kaynak bizimdir, dağılın buradan!

2745. Yoksa sizin gözünüzü kör ederim. Ben, onun sözünü söyledim, boynumdan vebali attım. Bu kaynağı bırakıp gidin de ayın kılıncından emin olun. Sözümün doğruluğuna nişan de şu: Filler, su içmek için kaynağa geldiler mi ay harekete gelir. Fil padişahı, filân gece gel de kaynakta bu dediğimi gör! Ayın yedisi, sekizi olunca fil padişahı su içmek için kaynağa geldi.

2750. O gece vakti hortumunu suya salınca su harekete geldi, ay da hareket etti. Fil, suyun içinde ayın titrediğini, harekete geldiğini görünce tavşanın sözüne inandı. Fakat “ Filler, biz o ahmak fillerden değiliz ki ayın hareketi bizi korkutsun” dedi. Peygamberlerse “ Ah akılsız adamlar ah, size canla, başla verdiğimiz nasihatler, sizin bağınızı kuvvetlendirdi. Vah yazıklar olsun vah!” dediler. Onların kınamasına Peygamberlerin cevap vermeleri ve misal getirmeleri Ne yazık… derdinize verilen ilâç, can alıca kahır zehir kesildi.

2755. Bir göze Allah, hışım perdesini salınca mum bile aydınlatmaz, karanlığını çoğaltır. Sizden ne reisliği arayacak, ne gibi bir ululuk isteyeceğiz? Bizim ululuğumuz göklerden bile üstün! İncilerle dolu olan deniz, gemiden ne şeref bulabilir? Hele o gemi, fışkıyla dolu olursa! Yazıklar olsun ki o bozarmış kör göze güneş bile bir zerre göründü. İblis’in gözü, eşsiz, örneksiz Âdem’i topraktan başka bir şey görmedi.

2760. O iblis’e lâyık göz, yurdu olan yerden baktı, kendisine lâyık görüşle gördü de sahibine Âdem’in baharını kış gösterdi. Nice devletler vardır ki bazan devletsiz kişiye isabet eder de mal olmaz, geri döner! Nice sevgili vardır ki bir bahtsızın yanına gelir de o, sevgiliyi tanımaz, onunla aşk oyununu oynamaya girişmez. Gözü yanıltan da bizim ezelî nasipsizliğimiz. Kalbi çeviren de kötü kaza ve kader! Taştan yontulup yapılan put, size kıble olduğundan lânetin, körlüğün gölgesine sığındınız, orada yurt edindiniz.

2765. Zannınızca taştan yapılma putlarınız Allah’ya eş oluyor da akılaı can nasıl Allah sırrına sahip olmuyor? Demek ki bir ölü sinek Allah’ya eş oluyor sizce… peki, o halde diri olan insan neden o padişahlar padişahına sırdaş olmasın? Yoksa ölü sineğe benzeyen put, sizin tarafınızdan yapıldığı için mi Allah’ya eş olmaya lâyık? Diri insan, Allah mahlûku olduğundan mı Allah sırrın mahrem olamıyor? Siz, kendinize, kendi sanatınıza âşıksınız. Yılanların kuyruklarına lâyık olan elbette yılan başıdır. Ne o kuyrukta bir devlet, bir nimet vardır, ne o başta bir rahat, bir lezzet!

2770. Yılanın kuyruğu, başının etrafında dönüp dolaşır, kıvrılıp düzelir. Kuyruk ve baş… o iki dost birbirine tam lâyıktır, tam münasiptir! İlâhi nâmeyi bir güzelce dinlesen görürsün; Hâkim-i Gaznevî öyle der: Takdirin hükmüne itiraz edip de boş boğazlıkta bulunma. Tavşana tavşan kulağı münasiptir. Uzuvlarla bedenler tam uygundur… huylarla canlar, tam birbirine denktir. Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’dır.

2775. Allah, madem ki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil! Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’nın yazdığı harfler birbirine tam münasip! Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de Allah’nın iki parmağı arasında! Gönül kalemi, lûtuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar. Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da gör!

2780. Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lûtfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yeridir. Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana gelmekte… bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun iradesiyle, onun takdiriyle! Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez. Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de! Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler. Herkes, misâl getiremez, hele bu misâl, Allah işine ait olursa

2785. Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi, Misal getirmek, Allah’nın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır. Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin? Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi. Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?

2790. Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur. O misa,l bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder! İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melûn oldu. Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti. Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu! Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi

2795. Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar. “ Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz aptal!” dediler. Biri diyordu ki. “ Gemi, hadi yürü koş!” Öbürü diyordu ki: “ Bu gemiye bir de kanat tak!” Nuh da “ Ben, bunu Allah emriyle yapıyorum, bu alaylarla işime kesat gelmez” demekteydi. Bir hırsıza “ Gece yarısı bu duvar dibinde ne yapıyorsun?” demeleri, hırsızın “ Davul çalıyorum demesi Şu hikâyeyi dinle de bak! Hırsızlığa alışmış herifin biri bir gece bir duvarın dibini delmekteydi.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir