İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 29. Bölüm)

2800. Hasta ev sahibi, gece yarısı yavaş, yavaş bir tak taktır duydu. Dama çıkıp aşağıya eğildi, hırsızı görüp “ Baba, ne yapıyorsun? Hayırdır, inşallah… gece yarısı ne ediyorsun, kim sen” dedi. Hırsız “ Davulcuyum azizim”diye cevap verdi. Adam “ Peki, burada ne yapıyorsun?” deyince hırsız “ Davul çalıyorum” dedi. Ev sahibi dedi ki: “ Be adam, davul sesi hani?” Hırsız “ Dur hele, sesini yarın duyarsın eyvahlar olsun! dediğin zaman kulağına dank eder!”

2805. Kelîle’ de ki o hikâye de yalan, saçma, düzme… fakat o saçma hikâyenin ne demek olduğunu, o hikâyenin maksadının anlamadın ki! Münkirlerin söyledikleri tavşanın aya elçilik ederek file haber getirmesi hikâyesinin hakikatı A herzevekil, o tavşanın hakikati Şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de, Ahmak nefsini, Hızır’ın içtiği Âbıhayattan mahrum eti. Sen onun mânasını ters anladın. Küfür söyledin, azabına hazırlan! Arı duru suda ayın hareketini, bununla tavşanın filleri korkuttuğunu anlattın.

2810. Tavşan hikâyesini, fili, suyu, ayın hareketinden fillerin korkmasını söyledin. Fakat ey ham körler, bu ay, halkı da, halkın ileri gelenlerini de zebun etmiş olan aya nasıl benzer ki? Ay nerede, güneş nerede, gök nerede akıllar nerede, nefisler nerede, melek nerede? Hattâ güneşin güneşi nerede? Nasıl söylerim bu sözü, uykuda mıyım, sayıklıyor muyum? Ey yol sapıtmış kişiler, padişahların hışmı yüz binlerce şehri harap etmiştir.

2815. Dağlar bile, onların hışmından yarılır, yüzlerce parça olur… güneş biel, onların etrafında döner, onları tavaf eder. Erlerin hışmı, bulutu kurutur, gönüllerinin kızgınlığı âlemleri yakar, yıkar. Ey kefensiz adamcıklar, ey yıkanmamış ölücükle,. Lût Peygamber’in şehri nasıl yere battı, na hale geldi? Bakın da görün! Fil de kim oluyor ki? Üç tane kuşcağız, o fillerin kemiklerini kırdı. Kuşların en zayıfı Ebabil olduğu halde filleri, bir daha yamanmalarına imkân bulunmayacak bir tarzda yırttı, parçaladı.

2820. Nuh tufanını duymayan, yahut Firavun’la Musa’nın savaşını işitmeyen var mı? Ruh gibi olan Musa, onları mağlup etti, sulara boğdu; su da bunları zerre, zerre parçaladı. Semud kavminin ahvalini, kasırganın âd kavmini mahvettiğini duymayan var mı? Bir defacık olsun gözünü aç da gör: Savaşta filleri yıkıp öldürdüğü halde, Bu derecede kuvvetli filler, bu kadar zâlim padişahlar bile gönül hışmına uğramışlar, taşlanıp durmaktadırlar.

2825. Ebedîyen zulmetten zulmete gidiyorlar… Ne yardım eden var, ne imdatlarına yetişen! İyi adla kötü adı duymadınız mı yoksa? Hakikati herkes gördü de siz görmediniz mi yoksa, Görülmüş şeyi görülmemiş sanırsınız, meydanda olan şeyleri bile görmezsiniz ama ölüm, gözlerinizi adamakıllı açacak elbet. Tut ki âlem, güneşle, nurla dopdolu… sen, kör gibi karanlıklara gittikten sonra elbette ondan uzakta kalırsın, mahrum olursun! O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz!

2830. Sen köşkten çıkmış, kuyuya girmişsin. Bu geniş âlemlerin ne günahı var? Kurt huylarıyla huylanmış olan ruh, Yusuf’un yüzünü nasıl görebilir, söyle! Davud’un sesi dağlara, taşlara ulaştı da yine o taş yüreklilerin kulaklarına girmed!.. Her an akla, insafa aferin! Doğrusunu Allah bilir ya! Ey Sebâlılar, peygamberleri tasdik edin, Allah’ya olan ruhu tasdik edin!

2835. Tasdik edin; onlar doğmuş güneşlerdir… onlar sizi kıyametin azaplarından kurtarırlar. Tasdik edin; onlar kıyamet kopmadan önce, oraya varmanızdan evvel sizi de nurlandıran, âlemi de nurlandıran aydın dolunaydır. Tasdik edin; onlar karanlıkları aydınlatan ışıklardır… ulu tutun, ağırlayın… onlar, rica ve niyaz anahtarlarıdır. Hayrınızdan başka bir şey dilemeyenleri tasdik edin… kendinizden başka kimseyi azdırmayın, kimseye tecavüz etmeyin! Bırak bu Arapça’yı, Farsça konuşalım. Ey sudan topraktan ibaret insan, o Türk’ün Hindusu ol (o güzelin yanağına bi siyah ben kesil!)

2840. Kendinize gelin de padişahların seslerini duyun. Onlara gökler bile inandılar, gökler bile. İhtiyat ve ihtiyatlı adam Önce gelenlerin hallerine bakın, yahut sonradan gelenlerin tarafına doğru ihtiyatla uçun! İhtiyat nedir? İki tedbir arasında tereddüde düşmeyip hangisi seni sürçtürmeyecekse onu yapmaktır. Birisi, “ Bu yedi günlük yolda hiç su yoktur. Bütün yol ayakları yakıp kavuran kumluk” dese, Öbürü de “ Yalan… yürü de bak, her gece bir akan kaynak görürsün” dese,

2845. İhtiyat kokudan kurtulmak ve doğruya ulaşmak için yanına su alıp yola düşmendir. Yoksa su varsa, yanına aldığın suyu dök… fakat ya yoksa… o vakit vay susuz yola düşenin haline! Ey halife oğulları, insaf edin de kıyamet günü için ihtiyatlı davranın! O düşman yok mu, o düşman? Sizin atanıza da kin güttü de onu İliyyinden zindana attırdı. Gönül satrancının şahını bile mat etti de cennetten çıkarttı, belâlara uğrattı, maskara etti.

2850. Güreşte onu yere yıkmak, yüzünü saratmak için onunla savaşa girişti, ona ne oyunlar oynadı. Öyle bir pehlivana bile böyle oyunlar yapan düşmanı sakının, ehemmiyetsiz görmeyin! O hasetçi, bizim anamızın, babamızın tacını tahtını bile el çabukluğuyla kapıverdi; Onları, oracıkta, çırılçıplak, ağlayıp inler bir halde hor hakir bırakıverdi. Âdem, yıllarca zarı zarı ağladı. Neden âsiler defterine kaydedildim diye öyle bir ağladı ki göz yaşlarının aktığı yerlerde nebatlar bitti!

2855. Bir bak da hilebazlığını anla… öyle bir ulu bile, onun hilesi yüzünden saçını, saklını yoldu. Ey balçığa tapanlar, onun şerrinden amanın aman… onun kafasına “ Lâ havle” kılıcını vurmaya bakın! Pusudan sizi görüp durur, fakat siz onu görmezsiniz, gaflet etmeyin sakın! Avcı, daima taneler saçar… saçtığı taneler görünür de yapacağı kötülük görünmez. Nerede tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa düşme, kolun, kanadın bağlanmasın!

2860. Taneyi bırakan kuş, o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer, doyar. Ona kani olduğundan uzaktan kurtulur; hiçbir tuzağa düşmez; kolu kanadı bağlanmaz. Hırs yüzünden havasına uyan ve ihtiyatı bırakan kuşun âkibeti Bir kuş, bir duvarın üstüne kondu, tuzaktaki taneleri gördü. Bir ovaya bakıyordu, gönlü orasını çekmekteydi; bir de tanelere bakıyordu, hırsı kendisini oraya sürüklemekteydi. Bu iki istek arasında çırpındı, durdu… nihayet aklı başından gitti; tanelere tamah etti, uzağa düştü!

2865. Başka bir kuş da bu tereddüdü bıraktı, tanelere meyletmedi, sahraya uçup gitti. Neşeli bir surette kol kanat açtı; ne mutlu ona! Bütün hürlerin ulusu, başı oldu. Onu kendisine baş yapan da kurtuldu, emniyet makamına ulaştı. Çünkü bu kuşun gönlü, ihtiyata riayet edenlerin padişahı kesildi de konağı, güllükler, çimenlikler dolu! O ihtiyatından razı, ihtiyatı ondan memnun… işte sen de tedbirde bulunacaksan böyle bir tedbirde bulun, bu işe sarılacaksan böyle bir işe sarıl!

2870. Nice defalar hırs tuzağına düştün, boğazını kesilmeye teslim ettin! Tövbeler kabul eden Allah, yine seni azad etti, tövbeni kabul ederek seni neşelendirdi. “ Tövbenizi bozar, kötülüğe başlarsanız biz de tekrar size azap ederiz. Biz yapılan işlere uygun karşılıkları çift ettik” dedi. Bir kadının kocasını, yahut bir kocanın karısını alıp bir yere götürsen eşi de koşa koşa mutlaka onun yanına gelir. Bu yapılan işleri de eserleriyle çift yarattık… bir amelde bulundun mu mutlaka eşi de zuhur eder.

2875. Birisi gelip bir karının kocasını esir ederek götürse karısı, kocasını araya araya çıkagelir. Sen de bir kere daha bu tuzağa geldin, bir kere daha tövbenin gözüne toprak serptin! Tövbeleri kabul eden, suçluları yargılayan Allah, tekrar o düğümü çözdü de “ Kendine gel… bu tarafa yüz tutma” dedi. Fakat tekrar unutkanlık pervanesi geldi, canınızı ateşe doğru sürükledi! Ey pervane, öyle çok unutkan olma, öyle pek şüpheye düşme… yanan kanadına bak bir kere!

2880. Ateşten kurtuldun mu bu kurtuluşun şükrü, bir daha tane olan yere hiç uğramamandır. Uğrama da şükrettikçe Allah sana tuzaksız, düşman korkusundan uzak bir nimet ihsan etsin. Allah’nın sizi azat etmesine karşılık şükretmeniz, Allah nimetini anmanız gerek. Nice zahmetlere, nice belâlara düştün de “ Yarabbi, beni bu tuzaktan kurtar… Sana itaat edeyim, ibadetlerde bulunayım, Şeytan’ın gözüne toprak serpeyim” dedi. Köpeklerin, her kış mevsimi “ Yaz gelince kışın barınmak için kendimize bir ev kuralım “ diye ahdetmeleri

2885. Kış geldi mi köpek ezilir, büzülür. Kışın soğuğu onu perişan bir hale kor. “ Kışa dayanamıyorum sağ olursam taştan bir ev kurmam lazım. Yaz gelince dişimle tırnağımla çalışıp çabalayayım, kışın barınmak için bir taş ev kurayım” der. Fakat yaz gelip de ısındı mı kellesi, kemiği yerine geldi mi, ilikleri, kemikleri kızışıp derisi gerildi mi, Kendisini koskocaman görür de “ İyi ama ben hangi eve sığarım ki?” der.

2890. İrileşir, ayağını çeker… tembel tembel, karnı tok sırtı pek, kendisine güvenmiş bir halde bir gölgeye çekilir. Gönlü “ Bir ev kur” derse de o, “ Söyle be yahu, ben nasıl olur da bir eve sığarım ki?” diye cevap verir. Sen de bir belâya, bir musibete düştün mü büzülürsün, hırs kemiklerin bitişir; küçülür, kalırsın. “ Tövbeden bir ev kurayım, kışın o evceğizde barınayım” dersin. Fakat dertten kurtuldun da hırsın büyüdü mü köpek gibi ev sevdası geçer gider.

2895. Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur. Şükreden kişi, hiç şükretmeyi bırakır da nimet sevdasına düşer mi? Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer. Çünkü seni sevgiliye kadar ulaştıran şükürdür. Nimet, insana gaflet verir, şükürse uyandırır. Padişahın şükür tuzağıyla nimet avlamaya gör! Şükür nimeti, gözünü doyurur, seni bey yapar. Bu suretle de yoksullara yüzlerce nimet bağışlarsın. Allah yemeğinden ye, doy da senden oburluk, tamah ve şuna buna ihtiyacını arz etme illeti geçsin. Münkirlerin, Peygamberleri nasihatten menetmeleri ve Cebriler gibi delil getirmeleri

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir