İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 32. Bölüm)

3100. Yoksa bu bizim pazarımızın tacirleri olan peygamberlerle velîlerin ne kârlar elde ettiklerini görmedin mi ki? Onlara bu dükkânı terk etmekle neler yüz gösterdi… bu pazarda nasıl kârlar ettiler… haberin yok mu ki? Ateş onlara halhal gibi râm oldu, deniz, onların emrine uydu, onları baş üstüne taşıdı. Demir, onlara râm oldu, mum kesildi… rüzgâr, onlara kul oldu, hükümlerine girdi! Resulullâh sallallâhu aleyhi ve selem, “ Şüphe yok ki Allah’nın gizli velîleri var “ buyurdu (Peygamberlerden başka) bir taife daha vardır ki bunlar pek gizlidirler. Bu zâhir halkına nereden meşhur olacaklar?

3105. Bunca kerametleri vardır da yine ululuklarını hiç kimsenin gözü görmez! Hem uludurlar, kerametleri vardır… hem Allah hareminde gizlenmişlerdir. Onların adlarını Abdâl bile işitmemiştir. Sen yoksa Allah’nın keremlerini bilmiyor musun ki… seni “ Gel” diye onların bulunduğu tarafa çağırıp duruyor. Âlemin altı ciheti de onun keremleriyle dolu… nereye baksan onun bayrakları orada dikildi! Bir kerem sahibi, sana gel, ateşe gir dese hemencecik atıl ateşe… beni yakar mı deme bile! Allah razı olsun, Enes’in peşkirini ateşe atması ve peşkirin yanmaması

3110. Malik oğlu Enes’ten rivayet edilmiştir. Birisi ona konuk olmuştu. O hikâye eder: Yemekten sonra, peşkirini sararmış, Kirlenmiş, yemeğe bulaşmış gören Enes, hizmetçi kadına: “ Bunu al da tandıra at, bir müddet kalsın” dedi. Enes’in sırlarına vâkıf olan o hizmetçi de peşkiri ateşle dopdolu olan tandıra atıverdi. Bütün konuklar, şaşırıp kaldılar, peşkirden duman çıkacağını kavrulup yanacağını umuyorlardı.

3115. Derken bir müddet sonra hizmetçi, peşkiri arınmış temizlenmiş, tertemiz olarak getirdi. Oradakiler, “ Ey Peygamber’le görüşüp konuşmuş olan aziz zat, peşkir nasıl oldu da hem yanmadı, hem de temizlendi?” dediler. Enes dedi ki. “ Mustafa, bu peşkire elini, ağzını silmişti; onun için!” Ey ateşten, azaptan korkan gönül, böyle bir ele, böyle bir ağıza yaklaş! Bu el, bu ağız, cansız bir şeye böyle bir yücelik verirse âşığın ruhuna neler açmaz, neler yapmaz?

3120. Kâbe’nin taşını kerpicini öptü, Kâbe ( puthaneyken) kıble oldu. Ey can, sen de çalış, çabala da erlere karşı toprak ol ( erler seni de putlardan arıtsınlar!) Sonra o hizmetçi kadına dediler ki: “ Peki biz bu ahvali gördük, sen de bize halini söylemez misin? O söyler söylemez nasıl oldu da hemencecik peşkiri tandıra attın? Tutalım o sırlara erişmiş… Ya sen, bu derecede değerli bir peşkiri nasıl ateşe fırlatıp attın a hanım?” Hizmetçi, “ Ben kerem sahiplerine itimat ederim. Onların keremlerinden ümitsiz değilim ki.

3125. Peşkir de ne oluyor? Bana bile düşünmeden hemen ateşe atıl dese, Ona olan itimadımın bütünlüğünden derhal ateşe atılırım. Benim, Allah kullarından ümidim çoktur. Her kerem sahibi, her sır bilir ere itimadım var. Bu yüzden değil peşkiri, başımı bile atarım” dedi. Kardeş sen de kendini bu iksire vur, erkeğin himmeti, erkeğin sadakati, kadından aşağı değil ya! Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı. Rasûl aleyhisselâm’ın susuzluktan bunalmış, su bulamadıklarından âciz bir hale düşmüş, adamların da, develerin de dilleri, ağzlarından çıkmış olan bir Arap kervanının imdadına erişmeleri

3130. Çölde bir Arap kervanı susuz kalmış, yağmursuzluktan kırbalarında bir damlacık olsun su kalmamıştı. Bütün kervan, o çöl ortasında bunalmış, ölüm haline gelmişti. Ansızın o iki dünyanın imdadına yetişen Mustafa, onların imdadına erişmek üzere yoldan çıkageldi. Çölde, o sarp ve sonsuz yolda, o kızgın kumların üstünde bunalıp kalmış olan o kalabalık kervanı gördü. Develerinin dilleri, ağızlarından çıkmış; adamlar, taraf taraf kumlara serilmiş kalmıştı!

3135. Bu hali görünce acıdı, “ Kalkın, bir kaçınız derhal o kum yığınına doğru koşun! Orada zenci bir köle kırbayla beyine su götürüyor. O zenci deveciyi devesiyle beraber ister istemez tutup bana getirin “ dedi. Birkaç kişi, kalkıp kum tepesine doğru koştular. Bir müddet sonra hakikaten dediği gibi, Zenci bir kul gördüler, kırbasını doldurmuş, devesine binmiş, beyine su götürüyordu.

3140. Zenciye “ Şu tarafta insanların iftihar edecekleri zat, Kâinatın hayırlısı olan Peygamber seni çağırıyor “ dediler. Adam, “ Ben onu tanımıyorum, o da kim?” dedi. “ Ay yüzlü, şeker huylu Muhammed “ dediler, Nasılsa öylece anlattılar, öylece övdüler. Zenci, “ O galiba bir şair olacak. Bir kısmı halkı sihirle zebun etmiş… ona yarım arşın bile yaklaşmam ben “ dedi. Nihayet herifi yakalayıp zorla, çeke çeke o tarafa sürüklemeye başladılar. Zenci, bağırıp çağırıyor, sövüp sayıyordu !

3145. Zenciyi Azizin yanına getirdikleri zaman Peygamber, “ Su için, mataralarınızı, kırbalarınızı da doldurun “ dedi. Hepsini o bir tek kırbadan kandıra kandıra suvardı. Hem adamlar, hem develer o kırbadan kana kana su içtiler, Kölenin kırbasından herkes kırbasını, matarasını doldurur. Gökyüzündeki bulut bile hasedinden şaşırıp kaldı ! Bunu kim görmüştür? Bir tek kırbadan bunca cehennemin harareti sönsün? Kim görmüştür bunu ? Su dolu bir tek kırbadan bunca kırba ağzına kadar dolsun!

3150. Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikatı örten bir sebepten ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, aslî denizden coşup köpürmekte, kopup gelmekteydi!.. Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar…havadaki buhar da soğuyunca su olur, öyle mi ? Doğrusu şu: yaradılış bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz, illetsiz yokluktan sular coşturmada. Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere yapışıyorsun. Sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet ediyorsun. Bu hakikati örten, müsebbibin yüzünü gizleyen sebeplere ondan meyletmektesin sen.

3155. Sebepler gitti mi başına vurmağa başlar, aman Yarabbi demeye koyulursun. Tanra da sana “ Hadi, yürü, sebepe git… ne acayip şey, sen, beni, yarattığım sebepler için andın ha !” der. O vakit kul “ Bundan böyle hep seni göreceğim, sebebe, o lâftan ibaret saçma şeye bakmayacağım artık “ der ama, Allah “ Seni tekrar sebep âlemine göndersem yine sebebe yapışırsın. Senin için bu, a tövbesinden durmayan ahdi çürük adam! Fakat ben bu işe bakmam, rahmetim boldur. Rahmer etrafında dönüp dolaşırım, herkese rahmet ederim ben!

3160. Senin kötü ahdine bakmam, madem ki şimdi bana niyaz ediyorsun, keremimden sana ihsan eder, muradını veririm “ der. Evet…kafile halkı Peygamberi’in mucizesine hayran oldu… “ Ya Muhammed, ey deniz huylu Peygamber, bu ne? Küçücük bir kırbayı sebep ittihaz ettin, Arab’ıda suya gark ettin. Kürdü de! O kölenin kırbasının gaybdan suyla dolması ve kara yüzünün ulu Allah’nın izniyle ağarması Ey köle, şimdi kırbanın dolu olduğunu da gör de şikâyet edip iyi, kötü söylenme “ dediler. O zenci köle, Peygamber’in, bu mucizesine hayran oldu, imanı Lâmekân âleminden doğmaktaydı.

3165. Gökten akan bir çeşme gördü o… kırbası onun coşkunluğuna bir vesile, onun hakikatine bir örtüydü! Gözünden bütün örtüler, bütün sebebler yırtılıp sıyrıldı. Böylece gayb çeşmesini görmeğe başladı. Göz pınarları doldu, efendini de unuttu, durağını da! Elsiz, ayaksız kaldı, yola gitmeye ne eli vardı artık, ne ayağı… Allah, ruhuna bir titremedir saldı! Mustafa, iş görmesi için tekrar onu o âlemden çekti de dedi ki: “ Kendine gel… ey faydalanmak isteyen, yürü…

3170. Şaşırıp kalacak zaman değil. Asıl şaşılacak şey daha ileride. Şimdi öyle durma; davranıver bakalım, çevik bir halde yola düş! “ Mübarek eliyle kölenin yüzünü sıvazladı, onu kutlu bir hale getirdi. O kölenin, o Habeş oğlunun yüzü bembeyaz oldu; gecesi, ayın on dördü gibi aydınlandı, gündüz gibi nurlandı! Güzellikte, işvede bir Yusuf kesildi. Peygamber ona “ Hadi şimdi git de hali anlat “ dedi.

3175. Köle elsiz, ayaksız sarhoş bir halde geldi, elden çıktı, ayağını tanımaz oldu! Kervan halkından ayrıldı, suyla dolu iki kırbasını aldı, yola düştü. Efendinin, kölesini bembeyaz görüp tanımaması, “ Benim kölemi öldürdün, seni kan tuttu, Allah seni benim elime düşürdü “ demesi Efendi, köleyi uzaktan görüp şaşırdı. Şaşkınlıkla o köy halkını çağırdı. “ Bu kırba bizim kırbamız, deve de bizim devemiz. Fakat Zenci köle ne oldu ki? Bu uzaktan gelen, ay’ın on dördü gibi bir delikanlı… Yüzünün nuru, balkıyıp durmakta… gündüzü bile nursuz bırakmakta.

3180. Kölemiz nerede? Acaba birisi mi öldürdü, yoksa kurt mu paraladı da öldü?” dmeye başladı. Köle yanına gelince “ Sen kimsin?” Yemenli misin, Türk müsün? Söyle, doğru söyle…kölemi ne yaptın? Öldürdüysen gizleme, hileye sapma!” dedi. Köle dedi ki: “ Öldürmüş olsam yanına nasıl gelirim, Kendi ayağımla kanımı döktürmeye gelir miyim hiç?

3185. Bey, “ Hey ne söylüyorsun, kölem nerede benim? Doğruyu söylemekten başka çare yok, kurtulamazsın elimden “ dedi. Köle dedi ki: “ Köleyle arandaki sırları birer birer tamamıyla söyleyeyim… Beni satın aldığın zamandan şimdiye kadar ne gelmiş geçmişse anlatayım da, Kapkara vücudumdan bir sabah açılmış olmakla beraber senin kölen olduğumu anla!” Kölenin rengi değişti ama tertemiz ruhun rengi yoktur ki… ruhun ne rengi vardır, ne unsurlara bağlıdır, ne toprağa mensuptur!

3190. Yalnız teni tanıyanlar, bizi çabucak kaybederler… su içenler, tulumu da bırakırlar, küpü de! Fakat canı tanıyanların sayılarla işleri yoktur. Onlar, keyfiyetsiz ve kemiyetsiz olan denize gark olmuşlardır! Can ol da can yoluyla canı tanı! Görüş dostu ol, kıyas oğlanı değil! Melekle akıl, aynı yaradılıştadır hikmeti var da iki suret oldu. Melek, kuş gibi kanatlı olmuş; akıl, kanadı bırakmış, nura bürünmüştür.

3195. Hulâsa ikisinide mânası aynı olduğundan, ikisinin de hakikati bir olduğundan o iki güzel, birbirlerine arka olmuşlar, birbirlerine yardımcı kesilmişlerdir. Melek de Hakk’ı bulmuştur, akıl da. Her ikisi de Âdem’ yardımda bulunmuş, her ikisi de Âdem’e secde etmiştir. Nefisle Şeytan’sa ezelden bir olduğundan Âdem’e düşmandır, ona hased edip durur. Âdem’i bedenden ibaret gören ondan kaçmış ona secde etmemiştir. Fakat onu emniyete mahzar olmuş bir nur olarak gören, karşısında eğildi, secde etti. Melekle aklın… o ikisinin gözleri Âdem’i görüp nurlandı. Şeytan’la nefsin… bu ikisinin gözleri, Âdem’i ancak toprak olarak gördü.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir