İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 36. Bölüm)

3500. Allah bile bu yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde yarattı. Yoksa “ Kün “ der demez yerler de olurdu, gökler de; Allah, buna kadirdi. Hattâ bir emreder etmez yüzlerce yer gök yaratabilirdi. Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder. Bir anda yokluktan elli kişiyi uçurup bu âleme getirmeye kadirdi ama. İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü diriltir de

3505. İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kadir değil midir? İsa’ya nazaran kudreti, kat kat üstün mü değil, Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lâzım… İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir. Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar. Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık, yumurtadır, devlet de kuşlara benzer. A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi * Ama yumurtadan çıkar ya!

3510. Sen de davran da cüz’ülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın. Yılan yumurtası da serçe kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne fark var? Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında farkları bil ey yüce kişi! Yapraklar da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit çeşittir. Yapraklara benzeyen bedenler de birbirine benzer… benzer ama herkes bir iş için yaratılmıştır.

3515. Halk yolda her bir tarzda yürür durur; fakat birisi zevk içinde, öbürü dertli, kederli! İşte tıpkı bunun gibi ölürken de aynı çeşit ölürüz ama yarımız ziyan içindedir, yarımız padişah! Allah razı olsun, Bilâl’in neşeyle ölümü Bilâl; zayıflıktan hilâle dönmüş, yüzüne ölüm rengi çökmüştü. Karısı görüp “ Ah, bu ne elem, bu ne keder “ dedi. Bilâl, “ Hayır hayır… bu ne zevk, ve ne neşe, Şimdiye kadar hayattan elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bununebileceksin?”

3520. Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı! Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şahadte ediyordu. Her gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o, insanların gözbebeğiydi, neden gözbebeği de siyah? Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın aynasıdır. Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki ?

3525. Onu, gözbebeği haline gelenelerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar? İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklideder. Hakikatı bilmez. Karısı “ Ah ayrılık, ah ayrılık “ deyince Bilâl, “ Hayır, hayır… vuslat, vuslat!” dedi. Karısı “ Bu gece gurbete gidiyorsun… soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Hayır, hayır… bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak! “

3530. Karısı, “ Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz? “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Allah haslarının halkasında! Başını kaldırır da -aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün. Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır! “ Karısı, “ Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “ Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı! Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet

3535. Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da. Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım! Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi! Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler. Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… fakat hakikatte dar!

3540. Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu! İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte. Zâlim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor. Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta. Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil. Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer

3545. Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır. Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın. Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… mekânın genişmiş ne fayda? Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün. Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… o ova o sahra sana âdeta zindan kesilir.

3550. Seni uzaktan gören ovada bir lâle gibi açılmış der. Bilmez ki sen, zâlimler gibi görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor! Uyuman, o dar ayakkabıyı çıkarmana benzer. Uykuda bir müddet ruhun, bedenden kurtulur. Azizim, uyku, Allah velîlerinin malı, mülküdür… dünyadaki Eshabı Kehif gibi! Uyumadıkları halde rüya görürler, görünürde bir kapı yoktur, yokluğa giderler!

3555. Ev dar. Ruh bu daracık evde eli, ayağı çarpılmış gibi iki büklüm. O evi, padişahların sarayları genişletmek, mamur bir hale koymak için yıkar. Ben de ana rahminde iki büklüm oldum. Dokuz ay doldu, artık buradan göçmem gerek! Anamı doğum ağrısı tutmasa bu zindanda ateş içinde kalırım. Bir anaya benzeyen tabiatın da kuzu, koyundan doğsun diye ağrıya düşüyor, bu ağrı, doğum yolunu açıyor. Ey tabiat, rahmini aç… kuzu büyüdü, çıksın da o yemyeşil ovada yayılsın, otlasın artık!

3560. Doğum ağrısı, gebeye bir derttir ama çocuk için zindanın yıkılması gibidir. Gebe, ne yapayım, nereye sığınayım? Diye ağlar… çocuk kurtuluş vakti geldi diye güler! Göğün altındaki analar ( ateş, yel, su, toprak) la cansız şeyler, canlı mahluklar, nebatlar. Hulâsa ne varsa, Hepsi, birbirlerinin derdinden gafildir. Yalnız bilen ve kemale sahip olan kişiler, bunların dertlerini bilir. Kösenin, başkalarının evinde olanları bildiği kadar kabasakal, kendi evindekini bilemez.

3565. Amca, sen, kendi halini bilmezsin… fakat gönül sahibi yok mu… senin halini o bilir işte! Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür. Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için. Nerede bir gölge, gece, yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil! Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.

3570. Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat, akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz. Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur. Kırmızı beniz kanın çokluğundandır, sarı yüz safranın oynamasındandır. Ak beniz, balgamın kuvvetindendir, sevdadan da beniz kararır. Hakikatte eserleri halk eden odur. Fakat kışırda kalan, yalnız zâhiri gören, ancak sebepleri görebilir!

3575. Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur, ne doktordan fayda görür! Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor. Artık, onun dini illet-i ûlâ değildir. Cüz’i illet de ona bir zarar veremez. O, doğruluk geliniyle ufuklarda uçup durur; sureti de ona ancak bir duvaktır. Hattâ ufuktan da dışarıdadır, göklerden de. Ruhlar ve akıllar gibi mekânsız bir âlemdedir.

3580. Hattâ akıllarımız bile onun gölgesidir: akıllarımız bile gölgeler gibi onun ayağına düşer. Müctehit, nassı görür, tanırsa herhangi bir hükümde artık kıyası düşünmez ki. Fakat bir şeyde nas yoksa orada kıyasa girişir, kıyastan ibret alır, kıyasla hüküm verir. Nasla kıyası benzetiş Nassı Ruhulkudüs’ün vahyi bil, Aklı cüz’inin kıyası, bundan aşağıdır. Akıl, canla idrak sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?

3585. Fakat ruh, akla tesir eder de akıl, o tesir altında tedbire girişir. Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı? Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır. O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti. Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… geçer gider.

3590. Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura garkolmuştur. Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder. O, artık ayrılıktan kurtulmuş, güzelleşmiştir. Bu makama eren kişinin aslı, ya göklerdendir. Yahut topraktır da topraklıktan tamamıyla çıkmıştır. Çünkü bu güneşin şuaı daimî olarak dursa toprağa mensup olan tahammül edemez ki… Güneşin ziyası daima toprağa vurup dursa toğrağı öyle bir yakar ki yeryüzünde hiçbir verim kalmaz, hiçbir meyve bitmez.

3595. Daima suda kalmak balığın hrcıdır. Yılan, nereden balıkla yoldaşlık edebilecek? Fakat dağlarda öyle düzenbaz yılanlar vardır ki bu denizde balıklık etmeye kalkışırlar. Hileleri halkın aklını başından alırsa da denizden nefretleri, nihayet kendilerini rezil eder gider. Bu denizde de öyle hünerli balıklar vardır ki yılana bile sihir yapar, balık haline koyarlar. Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir