İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 37. Bölüm)

3600. Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer. Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz. Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür. Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar. Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.

3605. Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler. Padişahlar gibi azamet sahibidir bunlar. Cihan halkından kulluk isterler. Huzurlarında edebe riayet etmedikçe elçiliklerinden nesıl faydalanabilirsin? Önlerinde iki büklüm eğilmedikçe o emaneti sana verirler mi hiç? Onlarca öyle her edep, her terbiye de beğenilmez. Çünkü onlar, ulu bir tapıdan gelmişlerdir.

3610. Onlar yoksul değiller ki ettiğin hizmetlere karşı teşekkür etsinler, minnet altında kalsınlar a müzevir! Fakat ey gönül, bunca rağbetsizliğie rağmen sen yine padişahın sadakasını saç, esirgeme! Ey gökyüzünün elçisi, sen usananlara bakma, atını sıçratadur, oynatadur! Ne mutludur ki o Türk ki savaşa girişir, dayanır da atını ateşler dolu hendeğe bile sürer, ateşler dolu hendekten bile sıçratır… Atını öyle sürer, öyle şahlandırı ki gökyüzüne çıkmaya kalkışır.

3615. Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur; ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da. Yaptığı işten bir pişmanlık duyar ve bu pişmanlık ona bir ayıb olursa o, önce pişmanlığa ateş salar, yakıp yandırır. Zaten adam, bir işte ayak diredi mi hiç yoktan pişmanlık meydana gelmez ki! Her hayvanın, düşmanının kokusunu duyup çekinmesi, kendisinden çekinilmeye, kaçmaya, karşı koymaya imkân bulunmayan birisiyle düşmanlığa kalkışan adamın ziyankârlığı At, aslanın sesini de tanır, kokusunu da duyar. Hayvandır ama düşmanını bilmemesi, duymaması pek nadirdir. Hattâ zaten yalnız at değil, her hayvan, düşmanını, nişanından, eserinden tanır , bilir.

Mevlana Sözleri

3620. Yarasacık gündüz uçamaz, hırsızlar gibi geceleyin çıkar, yayılır. Hayvanlardan hepsinden daha mahrum hayvan yarasadır. Meydanda ki güneşin düşmanıdır o. Fakat ne ben senin düşmanınım diye güneşe karşı koyabilir, ne nefretiyle onu uzaklaştırabilir! Güneş, yarasanın derdine, kahrına bakıp yüzünü döndürse, gizlense bu, Güneşin son derece lûtfuna, güneşin en üstün bir kemale sahip bulunuşuna delâlet eder. Yoksa hiç yarasa güneşe mâni olabilir mi?

3625. Düşmanlığa kalkışacaksan düşmanlık edebileceğin birisiyle savaş ki onu esir edebilmek mümkün olsun. Karta, denizle nasıl savaşa girişebilir? Girişirse aptaldır, kendi saçını, sakalını yolar. Hilesi, saçından sakalından ileri gidemez ki. Nasıl olur da ayın odasındaki perdeyi yırtabilir? Güneşe düşmanlık eden şu azara uğrar: Ey güneşin güneşine düşman olan, Sen öyle bir güneşe düşmansın ki onun ışığından güneş de titremektedir, yıldız da!

3630. Sen, onun düşmanı değilsin, kendinin düşmanısın. Sen odun olsan ateşe ne gam, o ne yapsın? Ne şaşılacak şey… hiç senin yanışınla onun ışığı, onun harareti azalır mı? Yahut da hiç sen yanıp yakılıyorsun diye gamlanır mı? Onun merhameti, insanın merhametine benzemez. Çünkü insanın acımasında bir dert, bir elem vardır. Mahlûkun acıması elemle karışıktır. Allah’nın rahmetiyle dertten de paktır, elemden de. Babam, Allah rahmetini şöyle bil: O rahmet, vehme bile sığmaz, yalnız eseri görünür. Bir şeyi misal ve taklitle bilmekle o şeyin hakikatını bilmek arasındaki fark

3635. Onun rahmet eserleriyle rahmet meyveleri meydandadır. Fakat onun mahiyetini ondan başka kim bilebilir? Kemal vasıflarının mahiyetleri, yalnız eser ve misalleriyle bilinir. Bundan başka bir tarzda kimsecikler bilemez. Çocuk çiftleşmenin mahiyetini bilemez ki… helva, yok mu… işte onun gibi lezzetlidir dersen o başka. Fakat ey taklide yapışmış adam, çiftleşmede ki lezzet, helvada ki lezzete benzer mi? O nerede, bu nerede? Fakat sen çocuk gibisin de o akıllı adam, sana güzellikle o misali getirdi.

3640. Çocuk da işin mahiyet ve hakikatini bilmese bile misalle anlar hiç olmazsa. Bu misalden sonra ben, bunu biliyorum desen yanlış olmaz, doğrudur… fakat bilmiyorum desen sözün yine yalan ve uydurma olmaz. Birisi “ Nuh’u o Allah elçisini, o ruh nurunu biliyor musun ?” dese, Sen de “ Nasıl bilmem o ay yüzlüyü? Güneşten de meşhurdur, aydan da. Küçücük çocuklar bile onu Tarih kitaplarında okuyorlar… hocalar, bütün mihraplarda söylüyorlar.

3645. Kuran’da adı açıkça okunuyor. Geçmiş zamanlarda ki macerası fasih bir surette anlatılıyor” desen. Doğru söylüyorsun, sana Nuh’un mahiyeti keşfedilmediyse de onu sana söylediler, övdüler: Sen de naklediyor, onu övüyorsun. Fakat desen ki: “ Ben Nuh’u ne bileyim? A yiğit, onu onun gibi bir er bilir. Ben topal bir karıncayım, fili ne bileyim? Bir sivri sinek, İsrafil’i nereden bilecek? Bu söz de doğru… çünkü mahiyet bakımından Nuh’u bilmezsin ki.

3650. Mahiyetleri anlamaktan âciz olmak, halkın halidir ama bu sözü istisnasız söyleme. Çünkü mahiyetlerle onların sırrının sırrı, kâmillerin gözü önünde apaçıktır. Varlık âleminde Allah’nın sırrından Allah’nın zatından daha ziyade anlayıştan uzak ve bir görüşe sığmaz ne var? O bile mahremlerden gizli kalmazsa artık bir şeyin mahiyeti bir şeyin vasfı nedir ki gizli kalsın? Akıl, bir bahiste bu olmayacak şey, akıldan uzak tevile sığmaz, olmayacak şeyi dinleme der.

3655. Kutup da, sana der ki “ A düşkün, anlayışından üstün gördüğün şeylere olmayacak şey diyorsun. Şimdi sana keşf olan vakalar da sana evvelce olmayacak şeyler görünmüyor muydu? Allah, keremiyle seni on tane zindandan kurtarmışken bu Tih ovasını kendine sitem hapishanesi yapma!” Nisbet ve zâhiri ihtilâf yüzünden bir şeyde hem nefiy, hem de ispatın birleşmesi Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zâhiri görünüş aykırıdır, nispet de iki türlü olabilir. Allah’nın “ O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki… Allah attı” demesinde hem hem nefiy vardır, hem ispat ve ikisi de yerindedir.

3660. Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi.Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti. İnsan oğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir? Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da. Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler. Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama,

3665. Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “ Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler. Baksana, Allah bir yerde “ Onları bilirler” dedi, bir yerde de “ Onları benden başka kimse bilmez; Onlar, benim kubbelerimin altında gizlidir. Onları Allah’dan başka kimse bilmez, sınamakla bilinmezler ki “ dedi. Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu âyetle hadiste izhar edilen mânaya kıyas et! Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi Birisi dedi ki. “ Âlemde derviş yok… olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.

3570. Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur. O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur. Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… şu halde vardır. Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur. İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.

3675. Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır. Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… varlığı, aslanın varlığında mahvolur. Kemale ermeyenlerin Allah’ya karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu… aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terketme değil! Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır. Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.

3680. Ey aslı, nesli belli kiş,i bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil. Zâhirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir). Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da! Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki! Nahiv bakımından faildir… yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.

3685. Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır. Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekarar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır Buhara’da Sadr-ı Cihan’ın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye mecbur oldu. On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı. On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti. Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?

3690. Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… sular bile sararır, kokar, bulanır! Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… ateş kül haline gelir, savrulur! Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… bir hastalık yurdu olur! Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya döner. Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği titrer, yandığı gibi yanar kavrulur.

3695. Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam. O halde onun yakıcılığını anlatmaya kalkışma sus, yarabbi, beni sen kurtar, sen kurtar da ancak. Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele! Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi… fakat sonunda sahibine vefa etmedi, yel gibi geçti gitti! Gönül, sana da vefa etmez,seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış. Ruhulkudüs’ün Meryem’e, Meryem çıplak bir halde yıkanırken bir insan şeklinde görünmesi, Meryem’in Ulu Allah’ya sığınması

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir