İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 39. Bölüm)

3800. Ben bin kere, hattâ daha da fazla sınadım, anladım: sensiz yaşamam pek acı, tahammül edilir şey değil! Ey emelim, maksadım sevgili, sur üfürür gibi nağmelerle terennüm et de beni dirilt… ey devem, çök artık… neşe tamamlandı! Ey yeryüzü, göz yaşlarımı em, yeter gayri… ey nefis, iç o tatlı suyu, bulanıklığı geçti, duruldu artık! Ey yeryüzü, göz yaşlarımı em, yeter gayri… merhaba ey seher yeli! Bize dostun kokusunu getirdin, ne güzel de estin ya! Dostlar, dedi, ben gidiyorum, elveda. Ben o emîre, o emrine itaat edilen Sadr-ı Cihan’a gidiyorum.

3805. Anbean onun aşkıyla, onun ayrılığıyla yanmaktayım… artık ne olursa olsun, gidiyorum ben! Sevgilinin gönlü mermerler gibi katı bir hale gelse bile ruhum yine Buhara’ya gitmek istiyor. Orası sevgilimin konağı, padişahımın şehri; benim vatanım orası…. âşıklara vatan sevgisi budur! Bir mâşukun, garip âşığına “ Şehirlerden hangi şehri daha güzel buldun, Hangi şehir daha kalabalık, daha büyük? Hangi şehrin nimetleri daha bol, hangi şehir daha ziyade iç açıcı “ diye sorması Bir güzel, âşığına dedi ki: Yiğidim, gurbette birçok şehirler gördün. Hangi şehir daha ziyade hoşuna gitti. Âşık, “ Sevgilinin oturduğu şehir”

3810. Padişahımız, nereye yaygısını yayar, oturursa orası, iğne deliği kadar dar bile olsa bize sahra gelir. Ay gibi Yusuf neredeyse orası, kuyunun dibi bile olsa cennettir.” dedi. Dostlarının, Buhara’ya gitme diye âşığı menetmeleri ve hiçbir şeye aldırış etmeksizin ulu orta sözler söyleme diyerek tehdit eylemeleri O âşığa da öğütçünün biri dedi ki: “ Ey bihaber, aklın varsa işin sonunu düşün. Aklını başına devşir de işin önüne, sonuna dikkat et. Pervane gibi kendini yakıp yandırma! Delicesine Buhara’ya gidersen zincire vurulmaya, hapishaneye atılmaya lâyıksın.

3815. Sadr-ı Cihan, sana kızgın… âdeta demir çiğnemede, dişlerini gıcırdatıp durmada. Seni yirmi gözle bekliyor. Senin için bıçak bileyip duruyor. O âdeta kırlıkta kalmış bir köpek, sense unla dolu dağarcıksın! Allah, bir fırsat verdi, kurtuldun… sonra da zindana gidiyorsun ha…. ne oldu sana? Sana on çeşit memur dikseler bile onlardan kaçıp gizlenmen lazım; akıl, bunu emreder. Halbuki senin başında tek bir memur bile yok. Neden böyle önden, arttan yolun bağlandı?”

3820. Gizli aşk, onu esir etmişti. O öğütçü, o korkutucu o gizli memuru görmüyordu ki! Her memurun başında gizli bir memur var. Böyle değil de o memur, neden köpeğe benzeyen tabiatına esir. Neden onun bağlarıyla bağlı? Padişahın kızgınlığı ruhuna tesir etmiş, onu memurluğa, kara yüzlülüğe bağlamış. Hadi vur şu adamı diye onu dövüp duruyor! Benim feryadım, işte o gizli memurlardan! Kimi ziyanda görürsen bil ki görünüşte yapayalnız bile olsa hakikatte o ziyana bir memurla sürüklenir, gider.

3825. Bu hali bilseydin feryad eder, o padişahlar padişahına sığınırdın. Padişahın huzurunda başına topraklar saçar da o korkunç Şeytan’dan kurtulurdun. A karıncadan daha aşağı, daha kuvvetsiz ve ehemmiyetsiz adam, kendini bey görüyorsun ha… sen körsün de ondan başına dikilmiş olan o memuru görmüyorsun. Bu yalancı kanatlarla gururlandın ha… adamı suça, ziyankârlığa çeken kol kanat, ama da kol kanattır ya! Kanat dediğin adamı yücelere çeker… topraklara bulandı mı da ağırlaşır, adam uçamaz gayrı! Âşığın, aşk sırrını anlamayan öğütçüye ulu orta cevabı

3830. Âşık dedi ki: “ Ey öğütçü, sus… niceye bir öğüt vereceksin, niceye bir? Vazgeç bu öğütten; bağ, pek kuvvetli. Senin öğüdünden daha da kuvvetlendi. Senin âlimin aşk nedir, tanımadı ki! Bir yerde aşk fazlalaştı, derdi arttırdı mı orada ne Ebû Hanîfe bir ders verebilir, ne Şâfiî!” Beni ölümle tehdit etme… kendi kanıma susamış birisiyim ben zaten! Âşıklara her an bir ölüm var… âşıkların ölümü bir çeşit değil!

3835. Âşık, doğru yolun ruhunu bulmuş, o ruhla iki yüz cana sahip olmuştur da her an iki yüzünü de feda edip durmadadır. Feda ettiği her cana karşılık da on tana ecir alır. Kur’an’dan “ Kim bir iyilik yaparsa on mislini bulur” âyetini okusan a! O güzel yüzlü sevgili, kanımı dökerse neşeyle dönerek, zevkimden ayaklarımı yerlere vurarak canımı saçarım! Ben sınadım, benim hayatım ölümümde. Bu hayattan kurtuldum mu ebediyete erişeceğim. Ey inanılacak, güvenilecek kişiler, beni öldürün, öldürülmemde hayat içinde hayat var.

3840. Ey aydın yüzlü, ey daimî varlığın ruhu, ruhumu kendine çek, bana vuslatınla cömertlik et! Öyle bir sevgilim var ki sevgisi kalbimi yakıp kavurmada. Dilerse gözlerimin üstünde yürür! Arapça daha hoş ama Farsça söyle. Zaten aşkın bunlardan başka daha yüzlerce dili var ama, Sevgilisinin kokusu uçup geldi mi o dillerin hepside şaşırır, lâl olur kalır. Artık ben susayım, kâfi… sevgili söylemeye başladı. Dinle, kulak kesil…. Allah, doğruyu daha iyi bilir.

3845. Âşık tövbe etti mi… işte o zaman kork. Çünkü âşık, ayyarlar gibi daracığında ders verir! Bu âşık, Buhara’ya gidiyor ama ders okumaya, üstada hizmet etmeye değil. Âşıklara dostun güzelliği müderristir… defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü! Susarlar ama tekrar tekrar attıkları nâralar sevgilinin arşına, tahtına kadar ulaşır. Dersleri fitne, oyun, dönüş ve titreyiştir. Onlar ne Ziyadat okurlar, ne Silsile.

3850. Bu kavmin silsilesi, sevgilinin simsiyah ve kıvırcık saçlarıdır. Onlarda devir meselesinden bahsederler ama sevgilinin devrinden. Eğer birisi sana kese meselesini sorarsa ona de ki: “ Allah hazinesi keselere sığmaz ki! Âşıklara aralarında Hul’ ve Mübara’dan dem vururlarsa hoş gör. Hakikatte Buhara’yı anıyorlar demektir. Her şeyi anış, başka bir hassa verir… her sıfatın başka bir mahiyeti var. Buhara’da her hünere ermiş, olgun bir hale gelmişsin ama horluğa yüz kodun mu hepsinden vazgeçer, her şeyi unutursun.

3855. O Buhara’lı âşık da bilgi derdinde değildi… gözünü görüş güneşine dikmişti o. Kim, halvette görüşe yol bulur, hakikati görürse artık bilgilerle yücelmeyi dilemez. Can güzelliğiyle bir kâseden şarap içen, ağızdan duyulma haberlerle bilgilerden tasalanmaz. Görüş, ekseriyetle bilgiden üstündür, bilgiye galebe eder. Bu yüzden halk nazarında dünya galiptir, sevimlidir. Çünkü dünyayı gözler görür; bu, eldeki matahtır… ahireti ise verilmesi va’dedilen borç bilirler. O âşık kulun Buhara’ya yüz tutması

3860. Kanlı göz yaşları döken o âşık yüreği çarpa çarpa hararetle, iştiyakla koşarak Buhara’ya yüz tuttu. İştiyakından çölün kumları, ona ipek geliyor, Ceyhun’un suyu küçücük bir şey görünüyordu! Çöl önünde gül bahçesi kesilmekte, gül gibi gülerek düşe kalka, yuvarlanarak koşup gitmekteydi! Şeker, Semerkant’tedir ama o, şekeri Buhara’da bulmuş Buhara yolunu tutmuştu. “ Ey Buhara, sen akıllara akıl katardın ama benim aklımı da aldın dinimi de!

3865. Ben bir tolunay aramaktaydım, o yüzden hilâle döndüm. Kapı dibinde Sadr-ı ( baş köşeyi) istiyorum!” demekteydi. Buhara’nın karaltısını görünce gam karanlığında bir beyazlıktır göründü. Yere yığıldı, uzun bir müddet kendisinden geçti. Aklı, sır bahçesine uçup gitti. Onu ayıltacak, aşk gül suyuydu, bunu bilmediklerinden başına, yüzüne gül suları serptiler. O gizli gül bahçesi görmüştü… aşk, onu yakalamış kendisinden geçirmiş gitmişti.

3870. Sen donmuş, taş kesilmiş birisin; bu söze, bu nefese lâyık değilsin… evet, sen de kamışsın ama içinde şeker yok! Aklın başında, akıllısın sen. “ Görmediğiniz askerleri yolladı” âyetinden gafilsin! O sallapati âşığın Buhara’ya gelmesi, dostlarının onu meydana çıkarmamaya çalışmaları Sevine, sevine o emniyet şehrine sevgilisinin bulunduğu yere, Buhara’ya geldi. Gökyüzünde uçan, ay tarafından kucaklandığını, kendisine sen de beni kucaklasana dendiğini sanan sarhoşa benziyordu. Onu Buhara’da her gören “ Durma, görünmeden hemen bir tarafa sıvış!

3875. Padişah gazap etmiş, tam on yıllık öcünü almak için seni arayıp duruyor. Allah aşkına olsun kendi kanına girme… kendine pek o kadar güvenme! Sadr-ı Cihan’ın Şahnesiydin, itimadına mazhar olmuş üstat bir mühendistin. Ona hıyanette bulundun, cezadan da kaçtın… neyse, bu suretle kurtulduğun halde şimdi nasıl oldu da tekrar geldin? Yüzlerce hileyle belâdan kurtulmuştun, seni buraya aptallığın mı getirdi, ecelin mi?

3880. Aklın Utaridi bile beğenmez, kınardı… fakat kaza ve kader, aklı da ahmak bir hale sokuyor, akıllıyı da! Sen, aslanı arayan talihsiz tavşansın. Nerede aklın, nerede bilgin, nerede çevikliğin, çabuk anlayışın? Kaza ve kaderin böyle yüzlerce afsunları vardır. Kaza geldi mi âlem daralır derler. Sağda, solda yüzlerce yol, yüzlerce kaçıp kurtulunacak yer vardır da kaza ve kader, gelince hepsi bağlanır, kapanır; kaza ve kader bir ejderhadır” diyordu. Âşığın, kendisini kınayan ve tehdit edenlere cevap vermesi Âşık dedi ki. “ Ben, susuzluk hastalığına tutulmuş birisiyim. Biliyorum da… su beni öldürür.

3885. Fakat bu hastalığa tutulan, sudan kaçamaz ki… isterse su onu yüzlerce defa öldürsün, harap etsin! Elim, karnım şişse bile suya olan aşkım azalmıyor. Karnımı görüp bu ne diye sordukları zaman keşke bütün deniz, karnıma aksaydı diyorum. Bir tuluma benzeyen karnım, isterse su dalgalarından yırtılsın… ölsem bile ne mutlu bir ölüm! Ben, nerede bir ırmak görsem ah, o ırmak ben olsam diye haset etmekteyim.

3890. Elim defe benzese; karnım davul gibi şişse yine gül gibi neşeyle onun sevda davulunu döver dururum. O, Ruhulemin, kanımı dökse yer gibi yudum, yudum kan içerim. Ben yer gibi, karnındaki çocuk gibi kanlar içiyorum… âşık oldum olalı işim gücüm bu! Geceleri tencere gibi ateş üstünde kaynamakta… gündüzleri kum gibi akşamlara kadar kan içmekteyim. Hileye saptım, o bana kızmıştı, yapmak istediğim şeye mâni oldum, hışmından kaçtım diye nadimim.

3895. Söyleyin… kızgınlıkla bana ne yapmak istiyorsa yapsın. O kurban bayramıdır, âşık da kurbanlık! Öküz uyur, istirahat eder, bir şey yerse kurban bayramı için besleniyor demektir. Beni Musa’nın kurban edilerek ölüyü dirilten öküzü bil. Cüz’lerimin cüz’ü bile hür kişinin hasredilmesine sebeptir. Musa’nın öküzü de kurban olmuştu. En küçük cüz’ ü bile bir öldürülmüşe hayat verdi. Öküzün bazı yerleriyle ölüye vurun hitabı geldi; vurdular. O öldürülmüş adam dirildi, fırlayıp kalktı.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir