İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 46. Bölüm)

4500. Misk ve amberi kırsan dünyayı güzel kokularla doldurursun. Fakat ansızın eşek tezeğini kırsan evler, baştanbaşa pis kokuyla dolar. Peygamber, perişan bir halde Hudeybiye’den dönerken “ İnna Fetahnâ” devletinin davulu çalındı. Rasûl aleyhisselâm’ın Hudeybiye’den dönüşüne Ulu Allah’nın “ İnnâ fetahnâ “ diye fetih demesindeki sır… o dönüş görünüşte muratsızlığın ta kendisiydi, fakat hakikatte fetihti. Nitekim miski kırmak da görünüşte kırma, hakikatte onun misk oluşunu bildirmek, faydalarını tamamlamaktır Allah devletinden haber geldi: “ Yürü, bu zafere erişemediğinden gam yeme. Şimdi elindeki bu horluk yok mu? Nimetlere erişmen demektir. İşte şuracıktaki filân kale, filân yer senin!”

4505. Hakikatten de oradan çabucak dönünce bak hele, Kurayza’nın Nazîr’in başına neler geldi, O iki kaleyle çevrelerindeki yerler teslim oldu, ganimetlerden faydalar elde ettiler. Öyle olmasa bile şu taifeye bak… onlar gam içinde, keder içinde Allah’ya meftun ve âşıklar. Zehri şeker gibi yemekteler… gam dikenlerini deve gibi otlamaktalar! Hem de bunu, gamdan kederden kurtulmak için de yapmıyorlar; gama uğradıklarından yapıyorlar. Bu horluk, onlarca rütbelere, mevkilere erişmek!

4510. Kuyunun dibinde öyle neşeliler ki oradan çıkıp taca, tahta nail olacağız diye korkuyorlar. Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir. Mustafa aleyhisselâm’ın “ Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın “ hadisinin tefsiri Peygamber dedi ki: “ Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir. Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki. Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.

4515. Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı! Allah’nın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin? Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi? Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler. Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.

4520. Esirlerden biri dedi ki: “ Peki niçin Peygamber, bizim halimizi görmedi.. bizi böyle zincirlere vurulmuş görünce nasıl oldu da güldü. Hani onun huyları değişmişti, hani o Allah huylarıyla huylanmıştı da neşesi ne bu zindanın lezzetlerindendi, ne bu zindan dan kurtulduğundan. Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor? Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte. Gayri anladık ki o da hür değil… dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?

4525. Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de… iyiyi de esirger, kötüyü de” Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı. Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı. Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı. Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.

4530. Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar. Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur! Helvay,ı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil! Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer. Ey iki gözünü de dükkana dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’dan iste!

4535. Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: “ O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki. Onlar ölmüşlerdir, yokluk âleminde çürüyüp gitmişlerdir. Bizce ölüyü öldürmeye kalkışmak erlik değildir. Onlar da kim oluyor ki? Ben savaşta ayak diredim mi ay bile yarılır! Hani hür olduğumuz, mevki ve şeref sahibi olduğunuz zamanlar yok mu… işte ben, o vakit sizi böyle bağlanmış zincirlere vurulmuş görüyordum. Ey malla, mülkle, soyla, sopla nazlanan, sen akıllı kişinin yanında oluk üstündeki devesin!

4540. Ten suretinin leğeni damdan düşünce gelecek gelir çatar sözü gözümün önünde tahakkuk etti, gelecek şeyler geldi çattı! Üzüme bakıyor, şarabı görüyorum… yok’a bakıyorum, açıkça var’ı görüyorum. Sırra bakmakta, daha dünyada Âdem’le Havva vücuda gelmemişken gizli bir âlem görmekteyim. Siz, daha Elest deminde zerrelerden ibarettiniz… daha vakit ayaklarınız bağlı, baş aşağı ve alçalmış bir haldeydiniz; sizi öyle görüyordum ben. Direksiz, desteksiz gökyüzü yaratılmadan bildiğim şeyler, âlem yaratıldıktan sonra da hep o… hiç artmadı.

4545. Ben, daha sudan, topraktan vücut bulmamış, bu surete bürünmemişken sizi baş aşağı olmuş görüyordum. Siz ikbaldeyken de bunu böyle görüyordum. Yeni bir şey görmedim ki sevineyim! Gizli bir kahra uğramış, gizli bir kahırla bağlamıştınız. Gayri bu ne kahırdır, bunu kim anlar? Siz şeker yerdiniz de o şeker de zehir olurdu. Böyle zehirlerle dolu şekeri düşman yerse afiyet olsun… Neden ona haset ediyorsun ki? Sizde o zehri neşe ile içiyordunuz: eceliniz, gizlice kulaklarınızı tıkamıştı.

4550. Ben üst geleyim de dünyayı zaptedeyim diye harb etmiyorum ki. Çünkü bu cihan murdardır, pistir. Ben böyle pis bir şeye nasıl haris olurum? Köpek değilim ki ölünün perçemini çekip koparayım. Ben İsa’yım, ölüyü diriltmeye gelirim. Sizi helak olmaktan kurtarayım diye savaş saflarını yarmaktayım. İnsanların başlarını; yüceleyim, devlete erişeyim diye kesmem.

4555. Kessem kessem bütün âlem kurtulsun diye birkaç baş keserim. Çünkü siz, bilgisizliğinizden pervane gibi ateşe atılmaktasınız. Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım. Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz. Hadi gayret, hadi gayret diye birbirinizi teşvik ediyordunuz ama âdeta ejderhanın üstüne at sürüyordunuz.

4560. Gûya kahır ediyordunuz, halbuki kahrın ta kendisine çatmıştınız… asıl siz zaman aslanının kahrıyla kahrolmuştunuz! Azgın, âlemi kahrederken kahrolmuş, üst gelmişken esir düşmüş demektir Hırsız, ev sahibini kahreder, altın çalar… hırsızlıkla meşgulken valinin adamları gelip çatar. Eğer o anda ev sahibinden kaçsaydı vali, ona o adamları yollar mıydı hiç? Hırsızın kahredişi, kahrolmasıdır; çünkü onun kahredişi, kendi başını kapar. Ev sahibine üstün oluşu, hırsıza bir tuzaktır…bu suretle vali gelir, hırsızı kısas eder.

4565. Sen halka galip geldin, savaşta üst oldun ama Allah, seni çeke çeke zincire vurmak için onları mahsustan mağlûp etmiştir. Kendine gel de mağlûp olanın ardını bırak, dizginini kas, pek at sürme… ezilir, paralanırsın sonra! Seni bu suretle tuzağa düşürdü mü ondan sonra o kalabalığın saldırışını görürsün sen. Akıl, bu üstünlükte bozgunluğu görürken nasıl olur da sevinir?

4570. İleriyi gören akıl gözü keskindir. Allah, o gözü kendi sürmesiyle sürmelemiştir. Peygamber, “ Cennet ehli olanlar, bazı şeyler yüzünden savaşlarda, düşmanlıklarda mağlup ve zebun olurlar” dedi. Bu alt oluş, bu zebunluk; noksan yüzünden, gönüllerinin kötülüğünden, yahut da din zayıflığından değil, son derecede ihtiyata riayet ettiklerinden, düşüncelerine inanmadıklarındandır. Peygamber, Hudeybiye’de kâfirlere üstün gelmişken gizlice “ İman etmiş erler olmasaydı” hikmetini işitti. Müminlerin halâs olması için melûn kâfirlerden el çekmek farz oldu.

4575. Hudeybiye ahdi nasıl oldu, oku da “ Allah, kâfirlerin ellerini çekti, size dokunamadılar” ne demektir tamamıyla anla! Peygamber galip gelmişken bile kendisini Allah tuzağında mağlup olmuş gördü de “ Ben sizi ansızın bastırdım, zincirlere vurdum diye gülmüyorum. Sizi zincirlerle, bukağılarla selviliklere, güllük, gülistanlıklara çekiyorum da ona gülüyorum. Ne şaşılacak şey… sizi zincirlere vurup amansız ateşten çayırlıklara, çimenliklere götürüyorum.

4580. Cehennemden ağır zincirlerle ta ebedî cennete kadar sürükleyip götürüyorum, dedi. İyi, kötü: Bu yolda her mukallidi de böylece bağlı olarak Allah kapısına çekerler. Velilerden başka herkes, bu yolu korku ve belâ zinciriyle aşar. Gayret et de nurun parlasın, aydın olsun… sülûkun, hizmetin kolaylaşsın.

4585. Çocukları da zorla mektebe götürürsün ya… çünkü onların gözleri kördür, faydalarını görmezler. Ama mektebin faydasını anladılar mı koşa koşa giderler, içleri açılır, neşe duyarlar. Çocuk mektebe kıvrana, kıvrana gider. Çalışmasına karşılık hiçbir şey görmemiştir ki! Fakat kesesine birkaç para gündelik kondu mu geceyi hırsız gibi uykusuz geçirir. Gayret et de ibadetinin karşılığı gelsin… bak o zaman ibadet edenlere nasıl haset edersin.

4590. Mukallitlere “ Zorla gelin”, yaradılışı temiz kişilere de “ İsteyerek gelin” denmiştir. Bu, Allah’yı bir maksat için sever, öbürünün dostluğunda hiçbir garez, hiçbir maksat yoktur. Bu, dadısını sever ama süt için sever. Öbürünü ancak onu âşık olduğundan, o görünmeyen güzele gönül verdiğinden sever. Çocuk, dadının güzelliğini anlamaz ki… onda sütten başka bir istek yoktur. Öbürüyse zaten dadıya âşıktır… bu sevgide muradı, maksadı ancak ona ulaşmaktır.

4595. Şu halde Allah’dan bir şey umarak, Allah’dan korkarak sevenler, taklit defterinden ders okumaktadırlar. Nerede Hakk’ı ancak hak için seven, garezlerden, maksatlardan ayrılmış âşık? Fakat ister öyle sevsin, ister böyle… madem ki Allah’yı diliyor, onu Hakk’a çeken yine Hakk’tır. Daima Allah’nın hayrına nail olayım diye Allah’yı seven de, Allah’dan başkasına gönül vermekten korkup ancak onu seven de.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir