İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 38. Bölüm)

3700. Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “ Senden Rahman’a sığınırım” de. Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu. Ruhulemin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi. Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu. Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.

3705. Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı. Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti. Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’ya sığınayım dedi. O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’ya sığınırdı. Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’ya sığınmayı âdet edinmişti.

3710. Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi. Allah’ya sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti. Meryem o akılları yakan, ciğerleri oklayan bakışları gördü. Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de…o bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü! O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüzbinlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.

3715. Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı. Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki! Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepside saçma! Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki. Gölgenin on delâlet etmesine imkân mı var? Gölge, onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya… işte bu, kâfi ona!

3720. Bu ululuk, ona tam doğru bir delil: bütün anlayışlar geridedir, o ilerde! Bütün anlayışlar topal eşeklere binmiş… o, ok gibi uçup giden rüzgâra! Padişah kaçarsa tozunu bile kimse bulamaz… onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir! Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil! Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok gibi uçar!

3725. Öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider… bir başkasınınkiyse her an gerileyip durur! Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları, uzaktan bir av gördüler mi hep birden saldırırlar. Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar! O av tekrar nazlana, nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler. Av gecikince beklemekten usanır, sıkılırlar da acaba gördüğümüz av mıydı, hayal miydi derler.

3730. Bir an istirahat ederek güçlenip kuvvetlenmeleri daha doğrudur. Eğer gece olmasaydı bütün halk, hırstan, isteklerinin üstüne titremeden kendilerini yakar, helâk ederlerdi. Herkes bir şey elde etmek, bir kâr kazanmak hevesiyle bedenini ateşlere atmış, yanıp yakılmıştır. Bir müddet hırslarından kurtulsunlar diye gece, Allah rahmeti gibi zuhur etti. Yolcu, sana da bir sıkıntı, bir gönül darlığı geldi mi alevlenme, meyus olma… senin için muvafıktır o.

3735. Çünkü ferahlık ve genişlik zamanında varını, yoğunu harcedip duruyorsun demektir. Harcetmeye karşılık bir de gelir lâzım elbet! Ya mevsimi sürüp gitseydi güneş, bağları, bahçeleri yakar kavururdu. Nebatları kökünden yakardı, bir daha o yanıp kavrulan şeyler yenilemezdi, yeşerip tazelenmezdi. Kışın yüzü ekşidir ama şefkatlidir… yaz gülümser ama yakar, yandırır! Darlık geldi mi onda genişlik gör de canlan, alnını kırıştırma!

3740. Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerinse yüzü ekşidir. Gam karaciğerden meydana gelir, neşe akciğerden! Çocuğun gözü, eşek gibi ahırdadır… akıllı adamsa gözünü işin sonuna diker. Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür… akıllı, ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür, bilir. Şu kasabın verdiği ot yok mu… acıdır, acı! Kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır gelmemizi temin etmek için veriyor. Yürü, Allah’nın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü Allah, onu ancak cömertliğinden, ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.

3745. Allah “ Allah’nın verdiği rızıktan yiyin” dedi. Sen, buradaki rızkı ekmek sandın, hikmet olduğunu anlamadın ha! Allah’nın verdiği rızık, insan mertebesine göre hikmettir. O rızık sonunda senin boğazında durmaz, seni öldürüp mahvetmez! Bu ağzını kapadın mı başka bir ağız açılır…. o ağız sır lokmalarını yer, yutar. Bedenini Şeytan aslanından kurtarabilirsen Allah sofrasında nice nimetler yersin! Ben bu sözü, Türklerin et yemeği gibi yarı pişmiş, yarı ham bir halde anlattım. Sen tamamını Hakim-i Gaznevî’den duy!

3750. O gayb hakîmi, o âriflerin övündükleri zat, bunu İlahînâme’de anlatır: Gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların ekmeğini yeme… çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker! Neşe şekeri, gam bahçesinin meyvasıdır. Bu ferah yaradır, o gam merhem. Gamı gördün mü aşkla kucakla… Şam’a Rübve tepesinden bak! Akıllı adam, şarabı üzümde görür… âşık varı yokta bulur.

3755. Geçen gün hamallar, sen alma, o yükü ben aslan gibi taşırım diye birbirleriyle savaşıp duruyorlardı. Neden? Çünkü o zahmette rahmet, o eziyette kâr görüyorlardı da yükü her biri, öbüründen kapıyordu. Nerede Allah’nın verdiği ücret, nerede o sermayesiz herifin verdiği ücret? Bu, sana ücret olarak bir hazine bağışlar, o birkaç mangır verir! Allah’nın bağışladığı altın, sen ölüp kumlar, topraklar altında yatsan bile seninledir… öldükten sonra kalıp başkalarına nasip olan mal değildir o! Allah malı, adım, adım cenazenin önünden gider, kabirde sana gurbet arkadaşı olur.

3760. Ebedi aşkla kapı yoldaşı olmak için ölüm gününe hazırlan da şimdiden öl! Sabır, gayret perdesi ardındaki sevgilinin nar gibi yüzünü, o isteğin, o dileğin ikiye ayrılmış saçlarını görmektedir. Gam, çalışıp çabalayan kimsenin önünde bir aynaya benzer… bu zıt olan şeyde buna zıt olan şeyi görür, sabırda muradına ulaşmayı, gamda neşeyi seyreder. Zahmetten, eziyetten sonra da onun zıddı, yani genişlik, zevk ve neşe yüz gösterir. Bu iki hali, eline bak da gör, anla. Yumruğunu sıktıktan sonra mutlaka açarsın.

3765. Elin daima yumulu, yahut daima açık olsa bu bir hastalık eseridir. Elini açıp yummakla iş güç görür, çalışır, kazanır, işini düzene korsun. Bu el açıp yumma, kuşun iki kanadı gibi ele lâzım bir şeydir. Meryem bir müddet, karaya vurmuş balıklar gibi çırpındı. Ruhulkudüs’ün Meryem’e “ Ben Allah elçisiyim, benden korkma, gizlenme… Allah’nın emri bu “ demesi O Allah rahmetini gösteren melek, Meryem’e bağırdı: “ Ben, Allah tapısının eminiyim, benden ürkme. Allahnın yücelttiği kimselerden baş çekme. Bu çeşit güzel mahremlerden çekinme!”

3770. Hem bu sözleri söylüyordu, hem de dudaklarından pak nurlar çıkıyor, birbirine ulanıp göğe ağrıyordu. Melek diyordu ki: “ Sen, benim varlığımdan yokluğa kaçıyorsun ama ben yokluktan bir padişahım, bir bayrak sahibiyim. Zaten yurdum orası, ağırlığım da orada… sana görünen bir suretimden ibaret. Ey Meryem, bir bak hele… ben, anlaşılması müşkül bir nakşım, hem hilâlim, hem gönüllerde ki hayal! Gönlüne bir hayal geldi de yerleşti mi nereye kaçsan o seninledir.

3775. Ancak gelip geçici bir aslı olmayan hayal müstesna… o çeşit hayal yalancı sabah gibi gözden kayboluverir. Bensen Allah nurundan doğmuş düpedüz sabahım… gündüzümün etrafında gece, hiç dönüp dolaşamaz. Kendine gel… Lâhavle deyip durma ey İmran’ ın kızı… ben zaten buraya Lâhavle makamından gelip düştüm. Daha Lâhavle denmeden önce Lâhavlenin nuru benim aslımdı, benim gıdamdı. Sen, benden Allah’ya sığınmadasın ama ben o sığındığın Allah’nın ezelde düzüp koştuğu bir suretim zaten.

3780. Seni defalarca kurtaran o sığındığın makam, benim makamım… Allah’ya sığınırım diyorsun ya; o sığınmak yok mu? Ben ta kendisiyim zaten. Tanımazlıktan beter bir âfet yoktur. Sen, sevgilinin yanındasın da aşkbazlığı bilmiyorsun. Yari, ağyar sanmada, neşeye gam adını takmaktasın. Sevgilimizin şu miskler gibi saçları, biz deli olursak zincirimiz olur!

3785. Nil gibi akıp duran şu lûtuf, biz firavun muyuz… kan kesilir bize! Kan, aklını başını al, ben suyum, dökme beni… ben Yusuf’um fakat sana kurt gibi görünüyorum a savaşçı der. Sen görmüyorsun yoksa… halim, selim sevgili, onunla zıt oldun mu yılanlaşır. Halbuki ne eti başkalaştı, ne yağı… sen onu kötü gördün de ondan kötüleşti!” Vekilin aşk yüzünden hiçbir şeye aldırış etmeyerek Buhara’ya dönmesi Meryem’in mumunu bırak, yana dursun…. Evet… o yanıp yakılan âşık, Buhara ya dönüyordu.

3790. Gönül, ne de sabırsızsın, ateşler içindesin. Yürü, Sadr-ı Cihan’a doğru kaç! Şu Buhara ok mu… bilgi kaynağıdır. Kimde ateş varsa Buhara’lıdır zaten! Şeyhin huzurunda oldukça Buhara’dasın, sakın Buhara’yı hor görme! Şeyhin denize benzeyen gönlü taşar çekilir, taşar çekilir… Bu med ve cezir, o Buhara’ya horluktan başka bir surette gidene yol vermez. Ne mutlu kişiye ki nefsini aşağılatmıştır. Vay o kişiye ki nefsinin tekmesi altında kalmıştır!

3795. Sadr-ı Cihan’ın ayrılığı, o âşıkın canına tesir etmiş, varlığını parçalamış gitmişti. Diyordu ki, yine oraya gideyim, kâfir olmuşsam bile tekrar imana geleyim. Oraya varayım da yerlere döşeneyim; o iyi düşünceli Sadr’ın huzurunda kendimi yerlere atayım. Diyeyim ki: İşte canımı önüne attım. İster dirilt, ister koyun gibi kes başımı! Ey ay yüzlü, senin huzurunda kesilip ölmek, başka yerde dirilere padişah olmaktan yeğ.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir