İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 42. Bölüm)

4100. Erler, ben, hayallere kapılıp bu yolda duracaklardan değilim. Ben, İsmail Peygambere mensup olanlardanım, öldürülmeden çekinmem yok… Hattâ İsmail gibi başından geçmiş bir adamım ben! Gösterişlerden de geçmişim, riyadan da “ Söyle geliniz” emri canıma gel demiştir. Peygamber dedi ki: İhsan edilen şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada ihsanda bulunur. Verilen şeye verilecek yüzlerce karşılığı gören derhal cömertliğe ihsana başlar.

4105. Herkes, kâr elde etmek için malını vermek üzere pazara, çarşıya bağlanmıştır. Dağarcıktaki altın sahibi bir kâr elde etsin de onu yoksullara versin diye ısrarla oturmuş beklemektedir. Satıcı, elindeki kumaşın fazla para ettiğini gördü mü ona olan aşkı soğuyuverir. Kumaşların fazla bir kâr getirdiğini görmez de o yüzden onlara ısınır, onları elden çıkarmaz. Bilgi, hüner ve sanatlarda böyledir. Bunlara sahip olanlar, bunlardan daha şerefli, daha üstün bir şey görmezler de o yüzden ehemmiyet verirler.

4110. İnsan için candan iyi bir şey yoksa can azizdir. Fakat candan iyi bir şeye sahip oldu mu, canın adı hor, hakir olur gider. Çocuğun canı, çocuk kaldıkça, büyümedikçe oyun için yapılan bebeciktir. Bu düşünceler bu hayallenmeler de bebeciklerdir. Sen çocuk kaldıkça onlara ihtiyacın vardır. Fakat çocuk, çocukluktan kurtuldu da kemale erişti mi, adam oldu mu artık duygulardan da vazgeçer, düşüncelerden de, hayallerden de! Mahrem yok ki açıkça söyleyeyim… sükût ettim; Allah hakikate uygun olanı daha iyi bilir.

4115. Malla beden, hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satılığa çıkarılınca onların alıcısı Allah’dır. Bu kar, sana neden paradan daha iyi geliyor, bilir misin? Şüphedesin, yakinin yok da ondan. Behey aşağılık adam, bu sendeki zan, ne acayip zan ki yakin bahçesinde hiç uçmuyor. Oğul, her şüphe, yakına susamıştır. Şüphe arttıkça yakına ulaşmak için daha ziyade çırpınır, kol kanat açar, uçmaya çalışır… İlim mertebesine ulaştı mı kanadı ayak kesilir, gayri uçmaya ihtiyacı kalmaz. Çünkü bilgisi yakın kokusunu almaya başlamıştır.

4120. Çünkü bu sınanmış yolda ilim yakından aşağıdır, şüphe yukarı. Bil ki ilim, yakını arar. Yakin de apaçık görüşü… Elhâkümü suresinde “ Kellâ lev ta’lemune” den sonrasını oku da bunu ara, bul, anla. Ey bilgi sahibi, bilgi insanı görüşe götürür. Dünyadakiler yakin sahibi olsalardı cehennemi gözleriyle görürlerdi. Görüş, şüphe yok ki yakinden doğar; nitekim hayal de zandan doğmaktadır.

4125. Elhâkümü suresinde bu anlatılmıştır. İlm-el Yakin olur, bak da gör! Bana gelince; Ben, şüpheden de yüceldim, yakinden de… kınanmadan başım dönmüyor. Onun helvasını yedim; gözüm aydınlandı, onu gördüm gayri. Şu halde evime gidiyorum demektir, elbette ayağımı küstahça basarım… ayağım titremez, körcesine gitmem ki! Allah, güle bir söyledi de gülü güldürdü ya… gönlüme de onu söyledi de gülden yüz kat fazla güldürdü.

4130. Selviye bir şey yaptı. Boyunu dümdüz etti… nerkisle ağustos gülü de ondan feyz aldı, güzelleşti… Bir tecellisiyle kamışı, canı da tatlı, gönlü de tatlı bir hale getirdi… Toprağa mensup insan, onun lûtfuyla Çigil güzeli oldu. Kaşı o dertçe fitneci, işveci bir hale getirdi; yüzü gül ve nar gibi kıpkırmızı bir renge boyadı… Dile yüzlerce sihirbazlık öğretti; madene Caferi altın hassasını ihsan etti. Silâh deposunun kapısını açınca güzellerin bakışları âşıkları koklamaya başladı…

4135. Bu tecelli ile, bu feyz ile benim gönlüme de ok attı, beni de sevdalara saldı… Beni şükre de âşık etti, şekere de! Öyle bir sevgiliye âşıkım ki her alım, onun alımıdır. Akıl da onun bir kuluna kuludur, can da! Ben kuru lâf etmem; bir söz söylesem bile su gibi söylerim de ateşi söndürmede hiçbir ıstırabım olmaz. Ben nasıl bir şey çalabilirim? Hazinedar o… nasıl kuvvetlenmem arkam o… Kimin arkası güneşten kızar, ısınırsa yüzü pek olur, kuvvetlenir… artık ona ne korku vardır, ne utanma!

4140. Yüzü, hiçbir şeye aldırış etmeyen güneş gibi düşmanı yakar, perdeleri yırtar. Her peygamberin dünyada yüzü pektir, bir tek binici olduğu halde padişahların ordularına saldırır, onları ezer, bozar! Bir şeyden korkmaz, gamlanmaz; bu yüzden de hiçbir şeyden yüz çevirmez… tek başına bütün dünyayı mağlûp eder. Taşın yüzü pektir, gözü tok… dünya dolusu kerpiç olsa korkmaz. Çünkü kerpiç, kerpiççi tarafından o hale konmuştur, taşıysa Allah yapmıştır, ondan dolayı serttir, katıdır!

4145. Koyunlar, sayıya sığmayacak kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı hiç? Hepiniz de çobansınız… peygamber de çobandır. Halka gelince sürüye benzer… peygamber, onların çobanıdır, onları sürer durur. Çoban koyunlarla savaşa girişmekten korkmaz… bilâkis onları soğuktan, sıcaktan korur. Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan bağırır! Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma!

4150. Ben, seni kötü gözlerden gizlemek için gamlandırırım. Kötü gözler, yüzünden ırak olsun diye kederlendirir, ahlâkını acı bir hale getiririm. Sen, benim avcım değil misin, beni aramıyor musun? Benim kulum, emrime tabi değil misin? Bana kavuşmak için tedbirler kurmadasın… benim ayrılığımla herkesten ayrılmış, beni arayıp durmaktasın, kimsesiz bir hale gelmişsin! Dertlere düşmüş, izimi bulmak için çarelere başvurmuşsun… dün senin yanık yanık ah ettiğini duydum.

4155. Seni bekletmeksizin de kendime kavuşturmaya, sana yol gösterip kendime almaya kaadirim ben… Bu suretle bu devranın girdabından kurtulur, vuslat hazineme ayak basarsın. Fakat varılan yerin tatlılığı, lezzetleri, seferde çekilen zahmetlerle ölçülür. Ne kadar gurbet çeker, mihnetler, zahmetlere uğrarsan, şehrinden, akrabandan o derece lezzet alır, zevk bulursun! Müminin bir belâya uğrayınca sabırsızlık edip kaçması, nohudun ve sair yiyecek şeylerin tencerede kaynarken sıçrayıp dışarı çıkmaya çalışmalarına benzer Bir bak… nohut tencerede ateşten zebun oldu mu yukarıya doğru sıçramaya başlar.

4160. Tencere kaynamaya başlayınca nohut, tencerenin üstüne fırlamaya, yüzlerce coşkunluk göstermeye koyulur. “ Neden beni ateşe attın, kaynatıyorsun…. madem ki satın aldın, neye bu hallere uğratıyorsun” der. Nohut pişiren kadın da nohuda kepçeyle vurup der ki. “ Yok… güzelce kayna, tencereden çıkmaya kalkışma. Seni sevmediğimden senden hoşlanmadığımdan kaynatmıyorum seni ki… bir zevkle, bir çeşniye sahip ol da. Gıda haline gel, yen, cana karış diye kaynatıyorum. Bu imtihan, seni horlamak için değil!

4165. Bostanda sular içtin, yeşerdin, terü taze bir hale geldin ya… İşte o su içiş, bu ateşe düşmen içindi. Allah’nın rahmeti, kahrından ileridir, kahrından fazladır ve ezelîdir. Bu yüzden de bir kimseyi belâlara uğratması, rahmetindendir. Varlık sermayesi elde edilsin diye rahmeti, kahrından ileridir, üstündür. Etle deri lezzetsiz meydana gelmez. Fakat onlar meydana gelmedikçe sevgilinin aşkı, onları nasıl eritebilir? İşte bu takdir neticesi olarak sen de kahırlara uğrarsan eseflenme… bu kahırlar yüzünden elindeki sermayeyi sevgiliye bağışlarsın.

4170. Sonra bunun özrü olarak tekrar lûtuf eder, yıkanıp arındın, dereden atladın, artık o mihnetler geçti der. Der ki: Ey nohut , baharın otladın, yeştin… şimdi zahmet ve eziyet, sana konuk oldu, hoş tut da Konuk, şükürler ederek minnetler duyarak geri dönsün, padişaha gidip senin ikramını, ihsanını anlatsın. İkram ettiğin şeylere karşılık olarak da sana o nimetleri veren gelsin… bütün nimetler sana haset etsinler! Ben Halil’im, sen de bıçağım önündeki oğlum… başını koy, rüyada seni kestiğimi gördüm!

4175. Gönlünü bozma, başını kahır önüne koy da İsmail gibi boğazını keseyim, Başını kopartayım. Fakat bu baş, zâhiri kesilmekten, koparılmaktan münezzeh olan baştır. Ancak ezelî maksat, senin teslim olmandır. Ey müslüman teslim olmayı araman, dinlemen gerek! Ey nohut, belâlara düş, kayna, piş de ne varlığın kalsın, ne sen kal! O bostanda güldüyse can ve göz bostanının gülü olduğundan güldün.

4190. Su ve toprak bahçesinden ayrıldıysan lokma oldun, dirilerin vücuduna girdin. Gıda ol, kuvvet ol, düşünce ol… evvelce süttün, şimdi ormanlarda aslan kesil! Vallahi sen, önce onun sıfatlarından ayrıldın da geldin.. tekrar çevikçe acele et, yine onun sıfatların ulaş! Buluttan, güneşten, gökten geldin… yine Allah sıfatları haline döndün mü göklere gidersin. Yağmur ve ışık suretinde geldin, Allah’nın tertemiz sıfatları suretine bürünüp gidiyorsun.

4185. Güneşin, bulutun, yıldızın cüzüydün… nefis, iş, söz ve düşünceler oldun. Nebatın ölümü, hayvanın varlığı oldu; bu suretle de “ Ey güvendiğim, inandığım kişiler, beni öldürün” sözü doğru çıktı. Madem ki ölümden sonra bize böyle bir hayat var, “ Şüphe yok ki ölümümde hayat vardır” sözü doğru. İş, söz ve doğruluk, meleğin gıdasıdır. Melek, bunlarla göğe ağar. Nitekim o yemek de insana gıda olunca cemadat halinden yücelir, o canlı bir hale gelir.

4190. Bunu, adamakıllı, etraflıca anlattık… başka bir yerde gelecek. Kervan, daima göklerden gelmekte, alışverişte bulunup yine göklere gitmekte. Şu halde hırsız gibi acılıkla zorla değil de istekle tatlı tatlı, güzel güzel git! Seni acılıklardan yıkayıp arıtmak için acı söylüyorum. Donmuş, soğuk çalmış üzümü donukluğu gitsin diye soğuk suya atarlar.

4195. Seni de acılıklarla gönlün kanlara bulanırsa içindeki bütün acılıklar gider. Hayır ve belânın sırrını bilen mümin sabreder Av köpeği olmayan köpeğin boynunda tasma yoktur. Ham ve kaynamamış şey, mutlaka lezzetsizdir.” Nohut, bu sözleri duyunca “ Mademki iş böyledir hanımcığım, güzel güzel kaynarım, sen de bana yardım et ama. Sen, bu kaynatmada beni yapıp yoğuran bir mimara benziyorsun. Vur bana kepçeyle… ne de güzel vuruyorsun. Ben fil gibiyim, vur başıma, yarala beni… vur, yarala da Hindistan’ı, Hindistan bahçelerini görmeyeyim.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir