İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 45. Bölüm)

4400. Allah hikmeti ezelde bizi birbirimize âşık etti. O ezeli hükme göre kâinatın büyük zerreleri çift çifttir ve her cüz’ü de kendi çiftine âşıktır. Âlemde her cüz’ü de muhakkak kendi çiftini ister. Kehlibar nasıl saman çöpünü çekerse her cüz’ü de muhakkak kendi çiftini çeker. Gökyüzü yere merhaba der, demirle mıknatıs nasılsa ben de seninle öyleyim. Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu, besler, yetiştirir.

4405. Yerin harareti kalmadı mı gök hararet yollar… rutubeti bitti mi rutubet verir. Gökyüzünde bulunan ve toprağa mensup olan burç, yere yardım eder… suya mensup burç, yere rutubet verir, yeri terü taze bir hale sokar. Yele mensup burç yele bulutları sevk eder, yerdeki buharları ufunetleri çeker alır. Ateş burcu da güneşe hararet verir… güneşin önü de, ardı da o burçtan kızmış, tava gibi kızarmıştır. Kadına nail olmak için kazancının etrafında dönüp dolaşan erkek gibi felek de zamane de dönüp dolaşmaktadır.

4410. Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir. Şu halde yerle göğün de aklı var; böylece bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar. Bu iki güzel, birbirlerinden süt emmeseler, birbirlerini sevip koçmasalar nasıl olur da birbirlerinin muradına dolanırlardı? Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur? Dişinin erkeğe meyli, ikisinin de işi tamamlansın diyedir.

4415. Bu birlikte âlem baka bulsun diye Allah erkekle kadına da birbirlerine karşı bir meyil verdi. Her cüz’e de, diğer bir cüz’e meyil verdi… ikisinin birleşmesinden bir şey doğar, bir şey vücut bulur. Gece de böylece gündüzle sarmaş dolaş olmuştur. Geceyle gündüz, sureta birbirlerine aykırıdır ama hakikatte birdir. Geceyle gündüz görünüşte birbirine zıttır, düşmandır; fakat her ikisi de bir hakikatin etrafında dönmekte, ağ kurmaktadır. İşini gücünü başarıp tamamlamak için her biri, canciğer gibi öbürünü ister.

4420. Çünkü gece olmayınca insanın geliri, kuvveti olmaz… bu gelir olmayınca da gündüzler neyi harceder? İnsanın vücudunda, kendi cinsinden başka bir şeyle hapsedilmiş olan unsurların kendi cinslerini çekmeleri Toprak, bedenin toprağına “ Dön geri, canı bırak, toz gibi bize gel. Sen, bizim cinsimizdensin, bedenden, o rutubetli yurttan kurtulup bize gelmen daha doğru” der. Beden de “ Doğru… ben de senin gibi ayrılıktan perişanım, fakat ayağım bağlı”diye cevap verir. Sular, “ Ey yaşlı gurbetten gel, bize ulaş” diye bedenin yaşlığını aramakta.

Mevlana Sözleri

4425. Esir, “ Sen ateştensin… aslına ulaşma yolunu tut” diye bedenin hararetini çağırıp durmaktadır. Unsurların ipsiz, halatsız çekişleri yüzünden bedende yetmiş iki türlü illet vardır. İllet, unsurlar, birbirlerini bıraksınlar diye bedeni koparıp dağıtmak üzere gelir. Bu unsurlar ayakları bağlı dört kuştur. Ölüm, hastalık ve illet de onların ayak bağlarını çözer. Birbirlerine bağlı olan ayakları çözüldü, açıldı mı her unsur kuşu hemencecik uçuverir.

4430. Bu asıllarla feri’lerin birbirlerini çekişi yüzünden her an bedenimizde bir illet zuhur eder. * Kuşa benzeyen her cüz’ün aslına uçması için bu ulaşmayı bozup yırtmak ister. Fakat Allah’nın hikmeti, bu aceleye mâni olur. Onları ecel gelinceye kadar sıhhat vasıtasıyla toplu tutar. “ Ey cüz’ler, daha ecel gelip görünmedi. Ecelden önce kanat çırpmanızda bir fayda yok” der. Her cüz’ü, kendi aslına arkadaş olmayı diler, ararsa ayrılıkta kalan bu garip canın hali ne olur. Var, sen kıyas et! Canın da ruhlar âlemine çekilmeyi dilemesi, onun da vatanına gitmeyi ve ayağının bağlayan şu cisme ait cüz’ülerden kurtulmayı istemesi

4435. Can der ki: “ Ey benim şu yeryüzüne mensup cüz’ülerim benim garipliğim sizin garipliğinizden daha acı… ben, arşa mensubum.” Tenin meyli, yeşilliğe, akarsuya… çünkü aslı ondan. Canın meyli ise diriliğe, diriye. Çünkü aslı Lâmekân’ın canı! Can, hikmete, bilgilere… ten, bağa, bahçeye, üzüme meyleder. Can, yücelmeye, yükselmeye can atar; ten, kazanca, ota, yiyeceğe, içeceğe!

4440. O yücelmenin aşkı, o yücelmenin meylide canadır. “ Allah onları sever onlarda Allah’yı” âyetini bundan anla! Bunu anlatmaya kalkışsam sonu, ucu gelmez… Mesnevi’ye, daha böyle sekiz misli kağıt bile yetişmez! Hasılı kim bir şey isterse istediği şey de ona rağbet eder. İnsan, hayvan, nebat, cemat… her şey, birbirine âşıktır. Bir adam, bir şeyi sevdi de muradı o oldu, başka bir şey dilemez bir hale geldi mi o muradı olan sevgilide muratsız hale gelen âşıkına âşıktır. Muratsız hale gelen âşıklar, bir murat etrafında döner, dolaşır, yalnız sevgililerini dilerler ama muratları, maksatları olan sevgililer de onları kendilerine çekip dururlar.

4445. Fakat âşıkların meyil ve muhabbetleri, âşıkları zayıf bir hale getirir… mâşukların meyil ve muhabbeti ise onları güzelleştirir, parlak bir hale sokar! Sevgililerin aşk,ı onların yanaklarını parlatır; âşıkların aşkı, âşıkların canlarını yandırır! Kehlibar, niyazdan müstağni davranan bir âşıktır…o uzun yola düşen, o uzun yolda savaşansa saman çöpü!.. Bunu bırak… o susamış âşıkın aşkı, Sadr-ı Cihan’ın gönlünde parladı. O aşkın, o ateşgedenin dumanı ona kadar vardı, gönlünü yumuşattı.

4450. Fakat onu aramayı namusuna, kibrine yediremiyordu. Merhameti, o yoksula müştak olmuştu; saltanat bu lûtfa mâni oluyordu. Akıl burada hayran… acaba bu mu onu çekti, yoksa bu çekiş, o taraftan mı oldu? Cür’etten vazgeç… sen, bunu bilmezsin, anlamazsın. Dudağını yum, gizli sırrı Allah daha iyi bilir. Bundan böyle bu sözü, gizleyeyim… beni o çeken, çekmekte; ne yapayım ben?

4455. Ey bir işe sarılıp savaşan, onu güzelce başarmaya uğraşan, seni çeken… bundan bahsetmeye bırakmayan kim? Bir yere gideyim diye yüzlerce defa karar verir, davranırsın… fakat seni bir saik, başka yere çeker durur. Binici, dizgini her tarafa çevirir, taki ham at üstünde bir binicinin bulunduğunu, başı boş bulunmadığını anlasın diye. Fakat terbiyeli at, üstünde binici olduğunu bilir, bundan dolayı iyi yürür. O yok mu? Senin gönlünü yüzlerce sevdaya bağlamış, nihayet seni muratsız bir hale getirmiş de sonrada gönlünü kırıvermiştir.

4460. İlk kararının kolunu kanadını kırdı ya… peki, niçin o kanat kıranın varlığı doğru olmuyor, niçin kendini ona teslim etmiyorsun? Onun kaza ve kaderi senin tedbir ipini koparıverdi… pekâlâ neden kaza ve kaderine inanmıyor, niçin kazasına rıza vermiyorsun? Allah, kuvvet ve kudretin yalnız kendisinde olduğunu anlatmak için insanların karar verdikleri şeyleri bozar, zıddını meydana getirir. Bazen da kararında azmetsin, yapacağı şeye tamah eylesin diye o kararı bozmaz da sonunda bozar, bu da tembih üstüne tembih olur Yapacağın işlere iyice niyetlenir, yapmayı kurar, kararlaştırırsın. Bazan bu kararın denk gelir. Gönlün tamahtan düşer, niyetini sağlamlarsın. Sonra tekrar o niyet bozuluverir! Seni tamamıyla muratsız bir hale getirseydi gönlün ümitsizlenirdi, dilek tohumunu nasıl ekebilirdin?

4465. Ama emel tohumunu ekseydin, akılsız bir hale düşseydin Allah hükmünde olduğun, onun emrinin altında bulunduğun nasıl meydana çıkardı* Âşıklar, muratsız kaldılar da Allah’larından haber aldılar. Muratsızlık, cennete kılavuzdur. Ey yaradılışı güzel, “ Cennet, istenmeyen, hoşa gitmeyen şeylerle, murada nail olmayışlarla kaplanmıştır” hadisini işit! Senin muratlarının, görüyorsun ya, ayakları kırık… ama öyle adam vardır ki bütün muratları olur. Şu halde onun tarafından gönülleri kırılanlar, onun yolunda onun aşkında doğru olanlardır. Fakat nerede âşıkların gönül kırıklığı, nerede başkalarından gönül kırıklığı,

4470. Akıllıların gönülleri, mecburî kırılır… dilediklerini yapamazlar, meyus olurlar. Âşıklarda ise yüzlerce ihtiyar var, dilediklerini yüzlerce kere yapabilirler, öyle olduğu halde ona tabi olurlar, gönülleri bu yüzden kırılır; emellerine bu yüzden erişememişlerdir. Akılı başında olanlar, bağla bağlanmış kullardır, âşıklar ise hürdür, şekerlenmiş, ballanmış canlardır onlar! Akıllıların yuları “ zorla gelin “ emridir; gönlünü kaptıranların baharı “ dileyerek gelin “ emri! Peygamber aleyhisselâm’ın esirlere bakıp gülerek “ Şaşarım bu kavme ki onları cennete zincirlerle, bukağılarla sürüklüyorlar “ demesi Peygamber, bir bölük esir gördü. Onları çekip sürüklüyorlardı, hepside feryadü figan ediyordu. O sırları bilen aslan, zincirlere vurulmuş olduklarını gördü, gizlice onlara bakmaya başladı.

4475. Her biri hiddetinden o Hak Peygambere dişlerini gıcırdatmakta, dudaklarını çiğnemekteydi. Fakat bu kadar kızgın oldukları halde ağız açmaya kudretleri yoktu… hepsi de on batmanlık kahır zincirine vurulmuştu. Memur, onları şehre doğru çekmekte, küfür ülkesinden alıp kahırla sürüklemekteydi. Ne yerlerine başkası kabul ediliyor, ne koyuverilmeleri için para alınıyor, ne de bir ulu kişi onlara şefaat ediyordu. Peygamber’e “ Âlemlere rahmet” diyorlar ya… öyle olduğu halde bütün bir âlemin boynunu, boğazını kesiyordu.

4480. Onlar Peygamber’i binlerce defa inkâr ederek, ağızlarının içinden hareketini kınayarak gidiyorlardı. Diyorlardı ki: Nice çarelere başvurduk, çare olmadı. Zaten bu adamın yüreği taş gibi katı . Biz, binlerce Alpaslanken iki üç çıplak ve yarı canlının elinde. Bu derece âciz kaldık… uygunsuz hareketimizden mi, yıldızımızın düşüklüğünden mi… yoksa sihirden mi? Bahtı, bahtımızı yırttı; tahtı, tahtımızı baş aşağı etti.

4485. İşi, sihirle yüceldi, büyüdüyse bir de sihir yaptık, neden tutmadı, neden tesir etmedi? “ Fetih istiyorsanız işte size Fetif âyetinin tefsiri… ey kınayanlar, diyordunuz ki “ Benimle Muhammed aleyhisselâm’dan hangimiz doğrucuysak Yarabbi, sen onu kazandır, ona yardım et! “ Bu sözü, dinleyenler sizi doğruluk istiyorsunuz, bir gareziniz yok sansınlar diye söylemekteydiniz. Hak kimdedir, görün diye işte biz de şimdi Muhammed’e yardım ettik Eğer dâvamız doğru değilse bizim kökümüzü sök diye putlara da dua ettik, Allah’ya da. Hak kimdeyse, kim doğrucuysa ona yardım et, onun yardımında bulun, biz doğruysak bize, o doğruysa ona muin ol dedik. Bu duada çok bulunduk, Lât, Uzzâ ve Menât’a nice secdeler ettik; Dedik ki : Eğer Muhammed haksa meydana çıkart, değilse onu bize zebun et.

4490. Şimdi onun Allah yardımına mazhar olduğunu gördük işte… biz, umumiyetle zulmetmişiz, o nur! Bu, bize cevap: Dilediğiniz işte meydana çıktı, hanginizin doğru olduğu açığa vuruldu.” Sonra yine fikirlerindeki bu düşünceyi körletiyorlar, bu sözleri bırakarak diyorlardı ki: “ Bu düşüncemiz de işimizin tersine gitmesinden meydana geldi; gönlümüzde onun doğru olduğuna dair bir düşüncedir peydahlandı. Birkaç kere galip geldiyse ne oldu ki… bundan ne çıkar? Zaman da herkese galebe çalıyor!

4495. Biz de zamaneden kâm aldık, bizim bahtımız da yaver oldu… biz de ona birkaç kere üst geldik.” Sonra yine “ O da mağlûp oldu ama mağlûp oluşu, bizim mağlup oluşumuz gibi çirkince, alçakça değildi. İyi bahtı o bozgunlukta, o mağlûbiyette bile ona el altından gizlice yüzlerce neşe verdi. Hattâ o, hiç de mağlûba benzemiyordu. Ne gamı vardı, ne üzülüyordu” demekteydiler. Müminlerin nişanesi mağlûbiyettir ama müminin alt oluşunda da bir güzellik var!

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir