İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 47. Bölüm)

4600. Her ikisinin bu sevgisi, bu arayıp taraması da o âlemdendir… bu gönül kaptırma, o dilberden. O güzelin güzelliğinden ileri gelmedir. Sevgilinin; âşıkı âşıkın bilmediği, ummadığı, aklına bile gelmediği halde kendisine çekişi… bu çekiş yüzünden âşık, daima sevgiliyi arayıp durmakla beraber korkuyla karışık bir ümitsizliğe düşer, başka bir eseri belirmez Şimdi şuraya geldik: Eğer Sadr-ı Cihan o âşıkı gizlice çekmese, dilemese, istemeseydi. O âşık, ayrılığa tahammül edemeyecek bir hale gelir, ona kavuşmak için tekrar koşa koşa yollara düşer miydi? Sevgililerin meyli gizlidir, örtülüdür… fakat âşıkın meyli iki yüz davul zurnayla ilan edilir, o kadar meydandadır. Burada ibret için bir hikâye söylemek var ama Buhara’lı âşık beklemekten âciz oldu.

4605. Sevgilisini arayıp duruyor, ölmeden kavuşsun, yüzünü görsün diye söylemekten vazgeçtik. Ölümden kurtulsun, kurtuluşa erişsin… çünkü sevgiliyi görmek, Âbıhayat içmektir. Görülmesi, ölümü gidermeyen sevgili, sevgili değildir. Onun ne meyvesi vardır, ne yaprağı! Ey iştiyak çeken sarhoş, iş, o iştir ki sen o işteyken ölüm bile gelip çatsa sana hoş gelsin. Delikanlı, iman doğruluğunun nişanesi, o sırada ölsen bile sana ölümün hoş gelmesidir.

4610. Canım, imanın böyle değilse kâmil değildir demek… yürü, dini tamamlamaya savaş! Hangi işe girişirsin de o işte sana ölüm bile hoş gelirse sevdiğin iş, işte o iştir. Ölümün kötülüğümü gitti mi zaten artık o ölüm, değildir, ölümün bir suretidir, bir göçmeden ibarettir, o. Ölümdeki kötülük gitti mi ölümde fayda var demektir. Gayri dosdoğru anlaşıldı ki ölüm geçti gitti! Sevgili dediğin bir Hak’tır, bir de Allah’nın “ Sen benimsin, ben senin” dediği.

4615. Şimdi kulak ver de dinle: Aşk, âşıkı liften örme ipliklerle bağlamış… sürükleyip getirdi. Sadr-ı Cihan’nın yüzünü görür görmez sanki can kuşu, bedeninden uçup gitti. Bedeni kuru bir ağaç gibi kalakaldı… tepesinden tırnağına kadar buz kesildi! Yüzüne gül suları serptiler, yanında buhurlar yaktılar… neler yaptılarsa faydasız… kıpırdamadı, seslenmedi bile! Padişah, onun safran gibi sararmış yüzünü görünce atından indi, yanına geldi.

4620. Dedi ki: “ Âşık hararetle sevgiliyi arar… fakat sevgili geldi mi o âşık yok olur, kendisinden geçer gider! Sen Allah âşıkısın; Allah, ona derler ki geldi mi sen de bir kıl kadar olsun varlık kalmaz. O nazarın karşısında senin gibi yüzlercesi fanidir… hocam, meğerse sen kendini yok etmeye âşıkmışsın! Sen bir gölgesin, güneşe âşıksın…. Şems geldi, elbette gölge derhal yok olur! Sivrisineğin Süleyman aleyhisselâm’a gidip rüzgârdan şikâyet ederek hakkını istemesi Bir sivrisinek, çayırlıktan, çimenlikten gelip Süleyman’ın huzuruna çıkarak hakkını istedi de dedi ki:

4625. “ Ey Süleyman, Şeytanlar, insanoğulları ve periler arasında adaleti yaydın; Kuş da senin adaletine sığınmış, balık da. Kimdir o kaybolan, kimdir o mahrum ki adaletin, onu arayıp bulmamış olsun? Bize de insaf et, bizim de hakkımızı al… çok perişanız… bağdan da nasibimiz yok, gül bahçesinden de! Her zayıf kişinin müşkülünü halledersin… sivrisinek, zaten zayıflığın misalidir. Biz, zayıflıkla, kanadı kırık olmakla, âcizlikle tanınmışız… sen lûtufla, yoksullara yardımla tanınmışsın.

4630. Sen, kudret derecelerinin en sonuna varmışsın… biz, âcizliğin, zavallılığın son derecesine varmışız! İmdat et, bizi bu gamdan kurtar… ey eli, Allah eli olan, elimizi tut! “ Süleyman “ Ey hak isteyen, kimden şikayet ediyorsun? Söyle. Kimdir o zalim ki ululuk satarak sana zulmetti, yüzünü, gözünü tırmaladı? Bizim zamanımızda zalim nerede? Şaşılacak şey… nasıl oluyor da hapsedilmemiş, nasıl oluyor da bizim zindanımızda değil?

4635. Bizim doğduğumuz gün zulüm öldü…. kimdir bizim zamanımızda zulmeden? Nur geldi mi zulmet yok olur. Zulmün aslı ve arkası da zulmettir. Bak, şeytanlar, bizim için çalışmada, kazanmada, bize hizmet etmede… hizmetten çekinenler de zincirlerle bağlanmış, bukağılarına vurulmuş! Zalimler, Şeytan’ın iğvasiyle zulmederler, zalimlerin zulmünün aslı Şeytan’dan gelir… Şeytan, bağlarla bağlanmış, zincirlere vurulmuşken nasıl olup da zulümde bulunabilir? Allah, bize padişahlığı; halk göklere el açıp ağlamasın diye verdi.

4640. Ah ve feryatların yücelere çıkmasın, gök yüzüyle süha yıldızı ıstıraba düşmesin. Arş yetim feryadıyla titremesin, hiç kimse sitemle perişan olmasın diye bize saltanat ihsan etti. Göklere “ Yarabbi” sesi çıkmasın diye ülkelerde yol yordam olarak bu adaleti, bu ihsan kaidesini bir kanun haline getirdik. Ey mazlûm gökyüzüne bakma… zamanede gök gibi ihsan ve feyz sahibi bir padişahın var” dedi. Sivrisinek dedi ki: “ Benim feryadım rüzgârın elinden… o bize zulüm ellerini uzattı, bize zulmetti.

4645. Onun zulmünden daraldık, onun yüzünden dudağımız yumulu, kanlar yutmaktayız! Süleyman aleyhisselâm’ın acıklanan sivrisineğe düşmanını da mahkemeye getirmesini emretmesi Süleyman, “ Ey güzel sesli, Allah emrini candan dinlenmek gerek. Allah bana dedi ki: “ Ey adalet sahibi, hasmı da hazır olmadıkça kimsenin şikâyetini dinleme. İki hasım da hazır olmazsa hâkim, hak hangisindedir, bilemez. Birisi yalnız gelse de yüzlerce şikâyette bulunsa, yüzlerce feryat etse bile sakın ha, sakın… hasmı olmadıkça sözünü kabul etme.

4650. Ben fermandan yüz çeviremem. Hadi git, hasmını al, öyle gel” dedi. Sivrisinek dedi ki: “ Sözün doğru, delilin tam yerinde… düşmanım rüzgâr, o da senin emrinde!” O padişah “ Ey seher yeli, sivrisinek, zulmünden feryat ediyor… gel, Hadi, geç hasmının karşısına da anlat, ona cevap ver, dâvasını reddet!” dedi. Rüzgâr, bu emri duyunca çabucacık esip geldi… fakat sivrisinek kaçma yolunu tuttu!

4655. Süleyman “ A sivrisinek nereye? Dur da ikinizi de dinleyip hüküm vereyim” dedi. Sivrisinek dedi ki: “ Padişahım, ölümüm, onun varlığından… zaten günüm, onun dumanından kararmakta. O gelince ben nasıl durabilirim? Benim kökümü kazan o! ” Tıpkı bunun gibi Allah tapısını arayan da Allah geldi mi yok olur. O vuslat ebedîlik içinde ebedîliktir ama o ebedîlik yokluk suretinde tecelli eder.

4660. Nur arayan gölgeler, nur zuhur etti mi yok olur. Âşık, başını verince akıl kalır mı gayrı? Her şey helâk bulur, yalnız onun hakikati kalır. Onun hakikatine karşı var da yok olur, yok da. Yoklukta varlık… bu, pek acayip bir şey! Bu makamda akıllar elden çıkar, kalem buraya vardı mı kırılır, bir şey yazamaz olur! Sevgilinin, kendine gelsin diye âşıkına iltifat etmesi Sadr-ı Cihan, o âşıkı yavaş, yavaş istiğrak âleminden çekmekte, söz söyleme makamına getirmekteydi.

4665. Padişah âşıkın kulağına dedi ki: “ Ey yoksul, eteğini aç, sana altın saçmaya geldim. Canın ayrılığımla halecan içindeydi… İmdadına geldim, nasıl oldu da ürküp kaçtı? Ey ayrılığımla dünyanın soğuğunu, sıcağını, kahrını, kahrını, lûtfunu gören âşık, kendine gel, dön geriye! Akılsız bir tavuk, deveyi evine konuk götürür. Fakat deve, tavuğun evine ayak atar atmaz ev yıkılır, dam çöker!

4670. Bizim aklımız, fikrimiz de tavuk kümesinden ibaret. Salih’in aklıysa Allah devesini arar. Deve, başını suya, toprağa daldırınca orada ne toprak kalır, ne can, ne gönül. Aşk öyle bir fazilettir ki insanı faziletler sahibi yapar… fakat insan, bu haddinden fazla dileyiş yüzünden hem pek zalimdir, ham de pek cahil! İnsan hakikaten bilgisizdir; Hele bu müşkül avda büsbütün bilgisiz. Bir tavşan, aslanı kucaklamaya çalışıyor! Eğer aslanı bilseydi, görseydi hiç kucaklamaya kalkışır mıydı, buna imkân mı var?

4675. İnsan, canına da zulmeder, nefsine de… fakat şu zulme bak, şu zulmü gör ki adaletlerden bile topu kapar, adaletlerden bile üstündür, ileridir. Bilgisizliği ilimlere üstattır… zulmü, adaletlere doğru yol gösterir. Sadr-ı Cihan, bu nefesi kesilmiş âşık, ona ben nefes bağışlayınca dirilir, kendine gelir diye âşıkın elini tuttu, “ Bu bedeni ölü, bu canı uyanık âşık, benimle diriliyor. Şu halde o, benim canım… bana yüz tutuyor. Ben onu bu candan yücelteyim, bu cana muhtaç olmasın. Ona bir can bağışlayayım da ihsanımı onunla görsün!

4680. Nâmahrem can, sevgilinin yüzünü göremez. Dostun yüzünü ancak aslı onun civarında olan can görür. Bu dosta kasap gibi üfüreyim de o lâtif ruhu derisinden çıksın deyip, Âşıka “ Ey belâlar yüzünden bedeni terk edip giden can, vuslat kapımızı açtık, gel gel! Ey varlığımız, yokluğuna, sarhoşluğuna sebep olan… ey varlığı, varlığımızdan ibaret bulunan âşık! Şimdi ben sana dilsiz, dudaksız yeniden yeniye eski sırlar söyleyeceğim dinle!

4685. Dilsiz, dudaksız söyleyeceğim, çünkü şu diller, dudaklar, bu nefesten ürkerler. Bu nefes, gizli bir ırmağın kıyısında yetişir, meyve verir! Şimdi can kulağını aç da “ Allah dilediğini yapar sırrını duymaya hazırlan” dedi. Âşık, vuslata çağrıldığını duyunca yavaş yavaş kımıldanmaya başladı. Âşık, topraktan da aşağıyı değil ya… toprak bile sabah rüzgârının işvesiyle yeşiller giyinir, yokluktan başını kaldırır! Meniden de aşağı değil ya… meni bile Allah emrini duyar da güneş yüzlü Yusuflar meydana getirir!

4690. Rüzgârdan da aşağı değil ya… Kün emrini işitir de rahimde tavus olur, güzel güzel söz söyleyen kuş kesilir! Taştan, topraktan meydana gelen dağdan da aşağı değil ya…. deve doğurur da o deveden de deve yavrusu doğar! Bunların hepsini bir tarafa bırak, yokluk koskoca bir âlem doğurmadı mı? Hâlâ da her an bütün varlıklar ondan doğmuyor mu? Âşık, sıçradı, titredi, neşeli neşeli bir iki döndü, bir iki çark vurdu… yere kapandı, secdeye vardı! Âşıkın kendine gelmesi ve sevgiliyi övmeye başlaması sevgilinin şükretmesi Dedi ki: “ Ey çevresinde canın tavaf edip durduğu Allah ankası… şükrolsun, kaf dağından geri döndük,

4695. Ey aşkın kıyamet yerinde İsrafillik eden sevgili… ey aşkın aşkı, ey aşkın dileği! Bana hilât vermeden önce dilerim, kulağını pencereme daya… Kalbim tertemizdir, bu yüzden halimi bilirsin… ey kulları yetiştiren, ey kullarına lûtuflarda bulunan sevgili, sözlerimi duy! Ey misli olmayan Sadr, nice zamandır halimi duymanı arzulayıp durdum. Bu arzuyla aklım, fikrim uçtu gitti. Nice zamandır sözlerimi dinlemeni, derdimi duymanı, o cana canlar katan gülüşlerini,

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir