İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 13. Bölüm)

1200. Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada. Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor.

Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.

Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi. Muhammet’e Yemen’den gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine.

Yahut âsilere şefaate gelen Ahmed’in,

1205. Yahut da zayıf Yakub’un canına erişen güzel ve lâtif Yusuf’un kokusuna benziyor. Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her kerpiç parçası, Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmiş oluyor.

Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta.Duvarın ortadan kalkması vuslata çare bulmakta.” Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklaş” âyetindeki yakınlığı mucip olan secdedir.

1210. Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe mânidir.

Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.

Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; taşı, topacı en çabuk koparıp atan da odur. Suyun sesine en fazla âşık olan duvardan en büyük taşı koparıp atar.

O adam, suyun sesinden, âdeta boğazına kadar şaraba batmışçasına neşelenir. Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten başka bir şey duymaz.

1215. Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder.

Kudretli olduğu günlerde sıhhatli, güçlü, kuvvetli bulunduğu zamanlarda bu işi başarır. Çünkü gençlik çağı, yemyeşil,terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin meyveleri yetiştirir.

Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri akıp durur. Bedenin zeminini onlarla yeşertir. Gençlik; mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasağlam bir eve benzer.

1220. Ne mutlu o kişiye ki ihtiyarlık günleri gelip çatmadan, boynunu liften yapılmış iple bağlamadan… Toprak çoraklaşıp akmadan, kaymadan işini başarmıştır. Çünkü çorak yerden güzel nebatat asla yetişmez. İhtiyarın gücü, kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur. Kendisinden de faydalanmaz, başkalarına da faydası dokunmaz.

Kaşları eyer kuskunu gibi aşağı düşer, gözü yaşarır, görmez olur.

Yüzü buruşur, kertenkele sırtına döner. Söz söyleyemez, tat alamaz olur, dişleri bir şey kesmez bir hale gelir.

1225. Gün geçip gitmiş, akşam çağı gelip çatmış,leş gibi beden topallamakta, yolsa uzun.. İş görülecek yer yıkık iş işten geçmiş..

Kötü huyların kökleri kuvvetlenmiş, onu kökünden söküp çıkarma kuvveti de azalmış!

Valinin,yola diken ekene “Yola diktiğin dikenleri sök” diye emir vermesi

Bu iş, o tatlı sözlü, fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer.

Yoldan geçenler ona darılmaya başladılar, bu dikenleri sök diye bir hayli söylediler, fakat fayda etmedi. Her an o dikenler çoğalmakta, halkın ayağı dikenler yüzünden kanamaktaydı.

1230. Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta, yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı. Vali, ona “Mutlaka bunları sök” dedikçe. “ Evet, bir gün sökerim” diyordu.

Bir müddet “Yarın, yarın” diye vâde verip durdu. Bu müddet için de diktiği dikenler kökleşti, kuvvetlendi. Vali, bir gün “ Ey va’din de durmayan, beri gel, emrettiğimiz işi sürüncemede bırakma” dedi.

Adam dedi ki: Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın!”Vali “ Hayır,acele davran, işi savsaklama.

1235. Sen bu işi yarın görürüm diyorsun ama şunu bil ki gün geçtikçe,

O dikenler daha ziyade yeşeriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayıp âciz bir hale geliyor. Diken kuvvetlenmekte, büyümekte, diken sökecekse ihtiyarlamakta, kuvvetten düşmekte.

Diken her gün, her an yeşerip tazelenmekte.Diken her gün perişan bir hale gelmekte, kuruyup kalmakta! O daha ziyade gençleşiyor, sen daha fazla ihtiyarlıyorsun. Çabuk ol, zamanını geçirme” dedi.

1240. Her kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte. Nice defalardır kötü huyunu bir diken bil; Dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte.

Nice defalardır kötü huydan perişan bir hale düştün. Fakat duygun yok ki. Pek duygusuzlaştın. Çirkin huyundan başkalarını ,zarara soktuğundan başkalarına mazarrat verdiğinden,

Gafilsen hiç olmazsa kendi yaraladığını bilirsin ya. Sen hem kendine azapsın, hem başkalarına! Ya baltayı al, ercesine vur, Ali gibi bu Hayber kapısını kopar.

1245. Yahut bu dikeni gül fidanına ulaştır, sevgilinin nurunu nâra kavuştur?

Da onun nuru senin ateşini söndürsün; vuslatı, dikenini gül bahçesi haline getirsin. Sen cehenneme benziyorsun, o ise mümindir. Mümine ateşi söndürmek imkânı var .

Mustafa, cehennemin sözünü naklederek buyurdu ki: “ Cehennem, korkusundan mümine yalvararak, “Padişahım, çabuk geç, Nurun, ateşimi söndürecek” der.

1250. Şu halde ateşi helâk eden, müminin nurudur. Çünkü bir şeyi zıddından başka bir şeyle gidermek imkânsızdır. Adalet gününde ateş, nurun zıddıdır, zira, ateş kahırdan meydana gelmedir, nur, ihsan ve fazıldan.

Ateşin şerrini defetmek istiyorsan ateşin gönlüne rahmet suyunu saç!

O rahmet suyunun kaynağı mümindir.Âbıhayat , ihsan sahibinin pâk ruhudur. Nefsin ondan kaçmakta. Çünkü sen ateştensin, o su, ırmak suyu.

1255. Ateş, sudan söndüğündendir ki sudan kaçmaktadır.

Senin duygun, fikrin hep ateşten. Şeyhin duygusu ve fikri ise o güzel nur. Onun nur suyu ateşe damladı mı ateşten cız ,cız sesi çıkmaya başlar.

O cızladıkça sen ona “ Öl, bit” de ki, bu nefis cehennemin sönsün.

Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın; senin adalet ve ihsanını söndürmesin.

1260. O söndükten sonra ne dikersen biter… Lâleler , ak güller, marsamalar çıkar. Yine doğru yoldan alabildiğine gidiyoruz. Hocam, dön geri, yolumuz nerede?

Şunu anlatıyorduk: Hasetçi adam, senin eşeğin topal, konak yeri de adamakıllı uzak. Yıl geçti, ekin vakti değil. Yüz karalığından, kötü işten başka da mahsul yok.

Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.

1265. Yolcu, kendine gel, kendine… vakit geçti, ömür güneşi kuyuya doğruldu. Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını Hak yoluna sarf et.

Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin. Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele.

Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti.Ekin zamanı tamamıyla geçmesin ,agâh ol! 1270. Nasihatimi dinle: Ten , kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!

Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al. Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır.

Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana. Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir.Bu dal, canı göğe çeker.

1275. Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke, çeke aslına eriştirdi mi, Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Tanrı emrine sabretmedir. Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit geçiyor.

Tanrıya hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.

Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir âlem göresin.

1280. Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.

Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur. Zâhiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.

Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil. Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.

1285. Atı at bilir; at, atın eşitidir.Binicinin ahvalini de binici bilir.

Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.

Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.

Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.

Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.

1290. Tanrı nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Tanrıya rağbet etmiştir. Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım. Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.

His nurunu bezeyen, Tanrı nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” âyetinin mânası zuhur eder. His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.

1295. Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Tanrı nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi.

Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez. Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.

Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?

Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir