İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 48. Bölüm – SON)

4700. Benim eksik, artık sözlerimi işitmeni, benim kötülükler düşünen canımın işvesini düşünüp durdum, özleyip yattım. Benim sence mâlum olan kalp akçelerimi sağlam para gibi kabul ettin. Şuh bir küstahın küstahlığına gösterdiğin hilme karşı bütün hilimler, bir zerreden ibaretti. Dinle bak, hizmetinden ayrıldığım andan itibaren nelere uğradım: İlk önce benim için ne evvel kaldı, ne âhir… ön de gözümden kalktı, son da! İkinci, ey güzel sevgili, çok aradım ama sana bir ikinci bulamadım.

4705. Üçüncüsü senden ayrıldım ayrılalı Allah, üçün üçüncüsüdür demiş gibi oldum. Dördüncüsü, ayrılık, tarlamı, ekinimi yaktı; Hâmise’yi Râbia’dan ayırd edemez oldum! Nerede topraklar üstünde kan görürsen hiç şüphe etme ki biz oradan geçtik, kanlı göz yaşlarımızı takip ederek izimizi izleyebilirsin! Sözlerim, bu feryad ü figanın âdeta gök gürültüsü… yeryüzüne bulutlardan yağmur yağdırmak istiyor! Söylemekle ağlamak arasında mütereddidim… nasıl edeyim; ağlayayım mı söyleyeyim mi?

4710. Söylesem ağlayamam; fakat ağlarsam sana nasıl şükredebilir, seni nasıl övebilirim? Padişahım, gözlerimden gönül kanları akmakta. Bak, gözlerimden neler akıyor?” O zayıf âşık, bunları söyleyip ağlamaya başladı… Haline aşağılık kişilerde ağladılar, yüce kişiler de! İçinden öyle bir hay haydır coştu ki Buhara halkı etrafına toplandı. Hayran hayran söylemekte, hayran hayran ağlamakta, hayran hayran gülmekteydi. Kadın, erkek, büyük, küçük, herkes ona şaştı kaldı!

4715. Bütün şehir, onun rengine boyandı; herkes, onunla beraber ağlamaya başladı. Kadın, erkek birbirine karıştı, kıyametten bir alâmet oldu! O anda gökyüzü yere, kıyameti görmedinse gör diyordu! Akıl, bu ne aşktır, bu ne haldir… onun ayrılığına mı şaşmalı, kavuşmasına mı… hangisi daha ziyade şaşılacak şey diye hayran olmuştu. Gök, o anda kıyametnameyi okumuş, saman uğrusuna kadar elbisesini yırtmıştı! Aşk, iki âleme de yabancıdır; aşkta yetmiş iki türlü divanelik var!

4720. Aşk, pek gizlidir ama şaşkınlığı meydanda… Padişahların canları bile ona hasret çekmektedir. Aşk dini, aşk mezhebi, yetmiş iki şeriatta da dışarıdır. Padişahların tahtları, aşka karşı alelâde bir tahta parçasından ibarettir. Aşk çalgıcısı, semâ vaktinde şunu çalar: Kulluk bir bağdır, efendilik baş ağrısı! Şu halde aşk nedir? Yokluk deryası! Aklın ayağı, orada kırıktır! Kulluk da malûm sultanlık da… âşıklık bu iki perdeden gizli!

4725. Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı! Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün. Onu anlamanın âfeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok! Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim! Ey can, pek sarhoşsun, pek kendinden geçmiş, pek perişan ve harap olmuşsun… dün gece hangi yanına yattın ki?

4730. Kendine gel, kendine… bu sırdan pek bahsetme; önce bir sıçra, kendine mahrem bir dost iste! Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… sen, oluk üstünde bir devesin! Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “ Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar. Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar! Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi baş kaldırır, işte buracıktayım der.

4735. Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der. Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli! Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım! Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk âfeti gelmeden çekil, git. Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.

Mevlana Sözleri

4740. Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim! Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı, Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır. Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden! Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.

4745. Sâki de su kesilir, sarhoş da… nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir. Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir! Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün? Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var! Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşıkın hikâyesi Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.

4750. Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir? Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye! O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu. Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu. Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.

4755. Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı. Allah’nın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı! Önceleri bekleyiş, gamına munisti… sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti! Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… gâh derdi ki: Hayır… bu dert bizim, canımıza can ve hayat! Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.

4760. Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu! Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu! Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi…o âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi! Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler! Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!

4765. Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki! Dirilerin da yağları, etleri bir… fakat birisi gamlı, öbürü neşeli! Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır. Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki? Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!

4770. Seslerde böyle… ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı! Savaşta atların kişnemelerini… koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya… Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner,cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden! Fakat onların hallerini anlamaktan uzak olana göre o sesler hep birdir! O ağaç baltadan titrer, şu ağaç seher yelinden!

4775. Bu arada kalası tencere yüzünden çok yanıldım…çünkü kapağı kaynıyor! Doğrulukla kaynayan da o kaynayışıyla, o coşkunluğuyla seni çağırır, gel der… yalanla, riya ile kaynayan da! Eğer insanları yüzlerinden tanıyan candan bir koku almadıysan, eğer o kabiliyet sende yoksa yürü…kokudan anlayan bir dimağa sahip olmaya çalış! O gül bahçesinde dönüp dolaşan dimağa sahip olmaya uğraş… Yakubların gözünü bile o dimağ, aydınlatır. Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün. Âşıkın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü! Allah’nın gölgesi kulun başı üstündedir. Arayan, nihayet aradığını bulur. Peygamber dedi ki: Bir kapıyı çalar durursan nihayet o kapıdan bir baş çıkar, görünür. Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün. Bir kuyudan her gün toprak çeker, çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet.

4785. Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin. Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın…. Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir. Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar! Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu. Baûroğlu Bel’amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri der de.

4790. O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile! Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki? Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur! A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari! Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.

4795. Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın? Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş. “ Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak! Bütün dünya… doğu, batı, o nurla nurlanmış… fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki! Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!

4800. Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi… Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme. Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu. O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi. Bir gece bekçinin korkusundan kaçıp bir bağa girdi. Orada sevgilisini mum gibi buluverdi.

4805. O sebebi halk eden Allah’ya o anda hamd ederek dedi ki. “ Yarabbi, sen bekçiye rahmet et!” Bilinmez, anlaşılmaz sebepler halk etmişsin. Beni cehennem kapısından cennete almışsın! Hiç kimseyi, hiçbir şeyi hor görmeyeyim diye şu işe bunu sebep ettin. Ayak kırıldı mı Allah kanat ihsan eder. Kuyunun dibinden bile bir kapı açar da. Sen ağaç üstünde ol, kuyu dibinde bulun, buna bakma… beni gör, bana bak ki yolun anahtarı benim, yolu ben açarım der!”

4810. Kardeşim, gayrı bu hikâyenin arda kalan kısmını anlamak istersen dördüncü ciltte ara!

Mesnevi 3. Cilt burada bitiyor. Ruhunuza dokunduğuna eminim. Yorum yapmayı unutmayın.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir