İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 13. Bölüm)

1200. Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir. Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!

Kaza gelince aydın gözlerin bile bağlanacağını bildiren Süleyman hikâyesi Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler.

Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular.

bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı.

1205. Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler. Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.

Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz bimlerce tercüman zuhur eder. Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait şeyleri.

1210. Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı.

Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu.

Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arzeder.

Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir. Hüthüdün hünerini arzetme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti.

1215. Dedi ki: “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arzedeyim. Kısa söylemek daha iyidir.” Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman, Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.

O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim. Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tâyin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.

1220. Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi.

Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması

Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi. Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa. Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi?

Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi.

1225. Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sığar mı?

Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?” Hüthüt’ün karganın kınamasına cevap vermesi

Hüthüt dedi ki: “Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düşmanın söylediği sözü dinleme!

Eğer ettiğim dâva yalansa işte başımı koydum, boyumu vur! Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.

1230. Sende “kâfirler” sözünden bir “kef” harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis pis kokarsın.

Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm. Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur.

Kazanın bu çeşit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkâr edenin inkârı bile, bil ki kaza ve kaderdendir.”

Âdem Aleyhisselâm’ın hikâyesi, açıkça emre uyup tevili terk etmede gözünü kaza ve kaderin bağlaması “Allemelesmâ” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası,

1235. Her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agâh olmuştu. O, eşyaya ne lâkap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmamıştır.

Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona belli oldu. Her şeyin adını, bilenden işit; “Allemelesmâ” remzinin sırrını duy!

Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Allah’ya göre içyüzüne, hakikatine tâbidir.

1240. Mûsâ’ya göre sopasının adı asâ; Yaratan yanında ejderha idi.

Bu âlemde Ömer’in adı puta tapındı; halbuki tâ “Elest” te onun ismi mümindi. Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahîr olan sûretti.

Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Allah’nın ilminde mevcuttu. Hâsılı Allah indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur.

1245. Allah, insana âkıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil!

Âdem’in gözü Allah’nın pâk nuru ile gördüğünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu. Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar.

Adını andığım şu Âdem’i kıyamete kadar öğsem, vasıflarını saysam yine öğmekten âcizim! Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü.

1250. Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak için mi? Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, buğdaya doğru koştu. Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı.

Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı iş yerinden götürmüş!

“ Rabbena İnnâ zalemnâ” deyip âh etmeye başladı. Yani “karanlık bastı, yol kayboldu” dedi.

1255. Bu kaza, güneşi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir. “Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bo yolda cahil olan yalnız ben değilim ya!” Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi me kutlu kişidir; o, iyi bir işe sarılmıştır.

Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur;

Yüz kere canına kasdederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır.

1260. Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar. Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!

Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavşanla aslan hikâyesini dinle!

Kuyuya yaklaşınca aslanın yanında, tavşanın geri çekilmesi Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü.

Dedi ki: “Niçin ayağını geri çektin. Ayağını geri çekme, ileri gel!”

1265. Tavşan “Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi. Canım tir tir titriyor, yüreğim yerinden oynadı. Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde olduğumu bildiriyor.

Allah yüze “bildirici” demiştir. Onun için âriflerin gözü, yüze dalmış, kalmıştır. Renk ve koku, çan gibi haber verir; atın kişnemesi, atın mevcudiyetini bildirir. Eşeğin sesini, kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o şeyi haber verir.

1270. Peygamberinsanları ayırtetmek hususunda “insan, sözünde gizlidir” dedi. Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı, sevgi kalbinde tut!

Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delâlet eder, sarı yüz, sahibinin meşakkat ve belâ içinde olduğunu bildirir.

Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım. Önüne geleni kırma, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım.

1275. Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene rastladım.

Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur. Cihan; gâh sabredip gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırçıplak kalır; Güneş, ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar;

Göklerde pırıldıyan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka uğrarlar;

1280. Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilâl olur; Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür;

Nice dağlar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermişlerdir! Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir:

Ruhun kızkardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir;

1285. Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir!

Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, aklının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil! Allah rızasını arayıp duarn başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir:

Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var! Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!

1290. Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz? Hele birbirlerine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden meydana gelmiş cüzü…

Koyunun kurttan kaçmasına şaşaılmaz; şaşılacak şey, bu koyunun kurda gönül vermesidir! Sağlık, zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil!

Allah’nın lûtfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıdda, vefakârlık hususunda bir ülfet vermiştir.

1295. Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fâni olmasına şaşılır mı?”

Tavşan aslana bu çeşit nasihatler verip “Ben bu sebepler yüzünden geriledim” dedi. Tavşanın ayağını geri çekmesindeki sebebi, aslanın ciddiyetle sorması

Aslan dedi ki: “Sen bu sebepleri bırak da şu geriye çekilmenin sebebini söyle, benim maksadım o.” Tavşan, “O aslan, bu kuyuda oturuyor; bu kalenin içinde bütün âfetlerden emin!” dedi.

Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmiştir. Çünkü gönül sefaları halvetler.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir