İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 16. Bölüm)

1600. Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme!

Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların istediği şeydir. Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır!

Ferideddîn-i Attâr’ın – Allah ruhunu takdis etsin – sözünün tefsiri

“Ey gafil! Sen nefis ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kişi , zehir bile yese o zehir bal olur.”

Gönüle sahip olan kişi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez.

Çünkü o, sıhhat bulmuş, perhizden kurtulmuştur. Fakat zavallı talip (kemale ermemiş salik), henüz hararet içindedir.

1605. Peygamber buyurdu ki:”Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlûp ile mücadele etme!” Sende Nemrûd’luk var, ateşe atılma, atılacaksan önce İbrahim ol!

Madem ki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci… aklına uyup kendini denize atma! Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder. Kâmil, toprağı tutsa altın olur; nâkıs, altını ele alsa toz toprak kesilir.

1610. O gerçek er, Allah’ya makbul olmuştur, bütün işlerde onun eli Allah elidir.

Nâkıs kimsenin eli ise Şeytan’nın, ifritin elidir. Çünkü Şeytan’nın teklif ve hile tuzağına tutulmuştur. Kâmile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nâkısın bildiği bilgi ise bilgisizlik kesilir.

İlletli kimse, ne tutarsa illet olur. Kâmil kâfir bile olsa o küfür, din ve şeriat haline gelir.

Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu müsabakada kazanmayacak , onu geçmeyeceksin, iyisi mi, dur!

Sihirbazların “ Ne buyurursun, asâyı önce sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım? “ diyerek Mûsa Aleyhisselâm’a hürmey edip onu ağırlamaları, Mûsâ’nın da “ Siz atın “ demesi

1615. Melûn Firavun’un zamanında sihirbazlar Mûsâ ile kin güderek mücadeleye giriştiler. Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, ağırladılar.

Zira ona “Ferman senin. İstiyorsan önce sen asânı at” dediler.

Mûsâ “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun” dedi.

Mûsâ’ya karşı gösterdikleri o kadarcık hürmet , din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri ayakları kesildi.

1620. Sihirbazlar Mûsâ’nın hakkını anladıklarından evvelce işledikleri suça karşılık olarak ellerini, ayaklarını feda eylediler.

Yemek yemek ve nükte söylemek, kâmile helâldir; madem ki sen kâmil değilsin yeme ve sükût et! Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Allah, kulaklara “Ansitû” buyurdu.

Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir. Lâkırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir.

1625. Kulak vermezse “ti ,ti “ diye mânasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar. Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin?

Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir. Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın!

Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah’nın sözüdür.

1630. Allah, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur.

Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örneğe muhtaçtır. Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök!

Çünkü Âdem, Allah itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak göz yaşlarıdır. Âdem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryadetmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir.

1635. Âdem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en âdi yere, tâ kapı dibine, özür dilemek için gitti.

Eğer sen de Âdemoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!

Gönül ateşiyle göz yaşından çerez düz. Bahçe, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir. Sen gözyaşı zevkini ne bilirsin? Görmedikler gibi ekmek âşığısın!

Bu karın dağarcığından ekmeği boşaltırsan ululuk incileri ile doldurursun.

1640. Önce can çocuğunu Şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap. Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melûn Şeytan’la süt kardeşisin!

Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır. Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de!

İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.

1645. Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil!

Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü? Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir. ; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.

Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağıza alınan lokmanın helâl olmasından doğar.

Tacirin Hindistan dudularından gördüğünü duduya söylemesi Tacir alışverişi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi.

1650. Her köleye armağan getirdi, her halayığa ihsan da bulundu. Dudu “ Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi. Tacir, “Söylemem, zaten elimi çiğneyip parmaklarımı ısırarak,

Cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hâlâ pişman olup durmaktayım” dedi. Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu?” dedi.

1655. Tacir dedi ki: “Şikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim. İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü.”

Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim” diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum. Pişmanlık ne fayda verir?

Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir.

Oğul, o ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek.

1660. Sel önce bir kere coşup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse şaşılmaz.

Yapılan işin Gayb Âleminde eserleri doğar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tâbi değildir. Onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Allah tarafından yaratılmıştır.

Meselâ Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar.

Yara, bir yıl kadar Amr’ın vücudunda ağrılar, sızılar meydana getirir. O dertleri, Hak yaratmıştır, insan değil.

1665. Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, bereler vücuda gelir de,

O ağrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attığından dolayı katil de! Hepsi, Allah’nın icadı ise de o ağrıları Zeyd’e nispet et!

Ekin ekmek, nefes almak, tuzak kurmak, çiftleşmek de böyledir. Onların sesleri hep Hak’ka mutîdir (eken, nefes alan, tuzak kuran, çiftleşen kuldur; bitiren, yaşatan, tuzuğa düşüren, doğurtan yahut bunların aksini meydana getiren Hak’tır).

Velîlerde Allah’dan öyle bir kudret vardır ki atılmış oku yoldan geri çevirirler.

1670. Allah velîsi, pişman olursa sebeplere eserlerin kapılarını kapar (fiilleri neticesiz bırakır). Fakat bunu, Allah eliyle yapar.

Allah kudretiyle; söylenmiş bir sözü söylenmemiş hale getirir. Bir halde ki ne şiş yanar ne kebap! Bütün kalplerdeki nükteleri işitir, gönüllerden o sözü yok eder.

Ey ulu kişi! Sana delil ve huccet gerekse “Min âyetin ey nünsiha” âyetini oku. “Ensevküm zikrî ” âyetini de oku velîlerin kalplere nisyan koyma kudretini anla!

1675. Velîler, hatırlatma ve unutturmaya kadirdirler; şu halde herkesin gönlüne hâkimdirler.

Velî, unutturma kudretiyle bir kişinin istidlâl yolunu bağladı mı, o adamın hüneri bile olsa bir iş yapamaz.

Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kur’an’da “Ensevküm” âyetini bir okuyun! Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.

Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin fer’idir. Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir.

1680. Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar. Madem ki halkı unutması, ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o, erişir.

O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hâtırayı giderir; Gündüzün gönülleri, yine o hâtıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir. Evvelki düşüncelerin hepsi, Allah’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar.

1685. Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir. Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz. Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner.

Güzel olsun, çirkin olsun… bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir; 1690. Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler.

Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona ağlaması

Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.

Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu. Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.

Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?

1695. Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım. Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!

Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı? Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!

Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir