İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (3. Cilt – 9. Bölüm)

800. Ey yüzüne kul, köle olduğumuz, Hârût ve Mârût kıssasını dinle! Allah lûtuflarını , padişahın lûtuf şeklinde tecelli eden şaşılacak kahırlarını seyretmekten sarhoş olmuşlardı. Allah’nın kahırlarında böyle sarhoşluklar varken Allah miracının ne sarhoşlukları var? Tuzağındaki tane,insana böyle bir sarhoşluk verirse ya nimet sofrası ne yapar ne lûtuflarda bulunur? Hârût da Mârût da sarhoş olmuşlar, bağlarını çözmüşler, kayıttan kurtulmuşlar, âşıkçasına hayhuylar ediyorlar naralar atıyorlardı.

805. Fakat yolda öyle bir tuzak, öyle bir imtihan vardı ki kasırgası dağları bile saman çöpü gibi kapıp götürebilirdi. Bu sınama bunları altüst etmekteydi. Fakat sarhoşun bunlardan ne haberi olabilir ki? Sarhoşun önünde hendek de birdir, meydan da. Ona kuyu da doğru yol kesilmiştir, hendek de! Dağ keçisi, yüce dağ başlarında yiyecek arar, hiçbir zarara uğramadan koşar durur ! Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar.

810. Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür. Derhal gözleri kararır. Bu dağdan ta o dağa sıçramak ister. Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona o kadar yakın görünür ki oraya sıçramak, ev kapısının etrafında koşup dolanmak kadar kolay gelir. Binlerce arşın yol ona iki arşınlık bir mesafe görünür, o sarhoşlukla sıçramak ister. Sıçrayınca da iki amansız dağın arasında ki çukura düşüverir.

815. O avcılardan dağa kaçmıştı, kaçıp sığındığı yer, kanını döker. Avcılarsa o iki dağ arasındaki yarda oturmuş, bu azametli kaza ve kaderin zuhurunu beklemekteler… Dağ keçisi, ekseriyetle böyle avlanır. Yoksa bu hayvan, pek yürük, pek çeviktir, düşmanını sezer, anlar. Rüstem’in kellesi, kulağı yerindedir, sakallı, bıyıklı bir adamdır. Ama ayağını tutup onu kafese sokan tuzak, şehvettir. Benim gibi şehvet sarhoşluğundan kesil, bu sarhoşluğu, devede seyret !

820. Sonra da âlemdeki bu şehvet sarhoşluğu, bil ki meleklerin sarhoşluğuna karşı pek hordur, pek bayağıdır. O sarhoşluk, bu sarhoşluğu kırar, mahveder. Melek, nasıl olur da şehvete iltifat eder ki? Tatlı suyu tatmadıkça acı su, insana gözünün nuru gibi hoş gelir. Gökyüzü şaraplarının bir katrası bile insanı şaraptan da vazgeçirir, sâkilerden de! Artık düşün sen, meleklerin ne sarhoşlukları olur, tertemiz ruhlar, ululuktan ne mestîliklere düşer!..

825. Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır. Ancak, ümitsiz ve o âlemden uzak olanlar, kâfirler gibi kabirlerinde gizlenmişler, İki âlemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir! Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “ Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak, Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.

830. Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “ Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok. Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin! Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz. Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’nın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir! Allah, “ Allah’nın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.

835. Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu. Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu. Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır. Gözleri, Allah inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır? Dilerim, Allah ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, Doğruyu Allah daha iyi bilir. Firavun’un Musa aleyhisselâm’ı rüyada görmesi ve doğmaması için tedbirlere girişmesi

840. Firavunun çalışıp çabalaması, Allah ihsânı olan muvaffakiyete ulaşmamıştı. Allah muvaffakiyet vermediği için de diktiği yırtılıp sökülüyordu. Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı. Firavun’a rüyâsında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi. Düş yorucularla müneccimlere “ Bu hayâlin, bu kötü rüyânın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi. Hepsi de dediler ki: “ Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”

845. Doğum gecesi gelince Firavun kulları şu tedbiri kabul ettiler, şunu münasip gördüler: O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, padişahın huzuruna götüreceklerdi. “ Ey İsrail oğulları, haydin… sizi padişah filân yerde huzuruna çağırıyor. Sizi örtüsüz, nikapsız yüzünü gösterecek, sevaba ermek üzere size ihsanlarda bulunacak” diye tellâllar bağıracaklardı. Çünkü o esirler, Firavun’a hiç yaklaşmazlardı, onu görmelerine izin yoktu.

850. Hattâ yolda ona rastlasalar yüzü koyun yere kapanmaları emredilmişti. Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek. Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti. Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı. Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler. İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları

855. ( Tellâllar bağırdılar:) “ Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!” İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından, Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular. Hikâye Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz . Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.

860. Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur”derler de, Bu suretle herkes derlenip toparlandı mı bu hileyle hepsinin boynunu vururlar. Onlar, ezan sesi duyunca Allah davetçisine uymazlardı ya… Onun şomluğu yüzünden. Hilekâr Moğolların daveti, onları ölüme kadar çekti, sürdü. Akıllı kişi, sakın Şeytan’ın hilesinden ! Yoksulların, muhtaçların seslerini içesiye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!

865. Yoksullar, tamahkâr ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onların içinde ara! Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık olarak bulunur. Öğülecek şeyler, ayıplar, kusurlar arasında olur. İsrailoğulları coşarak erkenden meydana doğru koştular. Firavun bu hileyle onları meydana götürünce güzelim yüzünü onlara gösterdi. Gönüllerini aldı, ihsanlarda bulundu, vaitler etti.

870. Ondan sonrada “ Canınız için ne olur. Bu akşam hepiniz bu meydan da kalın, burada yatın uyuyun” dedi. Cevap vererek dediler ki, “Sana kulluk eder, sözünü dinler hattâ dilersen burada bir ay otururuz” Firavun’un, doğum gecesi, İsrailoğullarını karılarından ayırdığına sevinerek meydandan şehre dönmesi Firavunun, geceleyin “ Bu gece doğum gecesi, fakat hepside karılarından ayrı” diye sevinerek geri döndü. Haznedarı İmran da yanındaydı. Onunla konuşa konuşa şehre geldi. Ona, “ İmran, bu gece sen de burada yat, karının yanına gitme onunla buluşma” dedi.

875. İmran, “ Peki, burada yatarım, senin gönlünün istediği şeyden başka bir şey düşünmem bile” dedi. İmran da İsrail oğullarındandı. Fakat Firavun’a âdeta gönüllü , candı. Firavun, onun isyan edeceğini, gönlünü korktuğu şeyi yapacağını nereden aklına getirecekti? İmran’ın, Musa’nın anasıyla buluşması ve kadının Musa’ya gebe kalması Firavun gitti, İmran da orada yatıp uyudu. Gece yarısından sonra karısı, onu görmeye geldi. Üstüne kapanıp dudaklarından öpmeye koyuldu. Gece yarısı, onu uykudan uyandırdı.

880. İmran uyanıp karısını gördü. Kadın, hoşuna gitti, dudak dudağa öpüşmeye başladılar. İmran, “ Bu zamanda nasıl geldin?” dedi. Kadın “Sana iştiyakımdan. Allah’nın kaza ve kaderi bu” diye cevap verdi. İmran, karısını sevgiyle kucakladı kendini tutamadı. Onunla buluştu ve emaneti ona verdi. Sonrada dedi ki: “ Kadın, bu küçük bir iş değil!” Demir taşa çalındı, bir ateştir sıçradı. Hem de öyle bir ateş ki padişahtan da saltanatından öç alıcı, padişaha da, saltanatına da kin güdücü bir ateş.

885. Ben buluta benziyorum sen yersin Musa’da nebat. Allah , satranç oyununda şahı sürüyor, bir yutulduk mu yutulduk! Hanım, yutulmayı da hakikî padişah olan Allah’dan bil, yutmayı da. O işi bizden bilip bize hayıflanma! Firavun’un korktuğu şey yok mu ? Seninle buluştum, meydana geldi işte! İmran’ın karısıyla buluştuktan sonra “ Beni görmemiş ol” diye nasihat etmesi Sakın bunu kimseye söyleme, gizle de bana da yüzlerce türlü gam, gussa gelmesin, sana da. Sonucu, bunun eserlerini meydana çıkar çünkü nazeninin, alâmetleri belirdi!”

890. Tam o sırada meydandaki halktan naralar duyulmaya, yer, gök nâralarla dolmaya başladı. Firavun, bu nâralardan korkup sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu. Meydandan gelen ve dehşetinden cinleri, perileri bile korkutan bu nâralar, bu gürültüler nedir anlamak istiyordu. İmran, “ Padişahımızın ömrü uzun olsun…İsrailoğulları, lûtfundan neşeleniyorlar. İhsanlarına seviniyorlar, oynuyorlar, ellerini çırpıyorlar “dedi.

895. Firavun dedi ki” Olabilir. Fakat beni adamakıllı bir vehim, bir endişedir kapladı. Firavun’un o sesten korkması Bu gürültü, âsabımı bozdu. Bu acı dertle, kederle âdeta beni kocattı.” Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor. Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu. Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.

Devamı için buraya tıklayın
En güzel Mevlana Sözleri için tıklayın
Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir