İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 5. Bölüm)

400. Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku ölümün kardeşidir”sırrıdır. Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bağla bağlar. Tâ ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire. Keşki Eshâb-ı Kehf gibi, yahut Nûh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı. Da bu fikir, bu göz ve kulak;şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.

405. Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbaşında ve önündedir.

Mağara da , dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var?

Halifenin Leylâ’yı görmesi

Halife, Leylâ’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.

Sen başka güzellerden güzel değilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun değilsin” diye cevap verdi. Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir.

410. Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir. Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan. Ne temizliği kalır, letâfeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!

Uyumuş ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konuşur;

Uykuda Şeytan’ı Hûri gibi görür, sonra şehvetle Şeytan’a erlik suyu döker.

415. Nesil tohumunu çorağa dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar.

O rüyadan elde ettiği baş ağrısı, sersemlik beden pisliğidir. Ah, o zâhirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı olmayan hayalden!

Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür.

Ahmağın biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar.

O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok!

420. Gölgeye doğru ok atar. Bu araştırma yüzünden okluk bomboş kalır. Ömrünün okluğu boşaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında koşmada yandı eridi! Bir kişinin dadısı, Allah gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır. Allah’ya kul olan, Allah gölgesidir. O bu âlemden ölmüş, Allah ile dirilmiştir.

Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki âhir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.

425. Allah gölgeyi nasıl uzattı (âyeti) evliyanın nakşidir. Çünkü velî , Allah güneşi nurunun delilidir. Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!

Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şah Şems-i Tebrîzî’nin eteğine yapış!

Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor! Haset, yolda gırtlağına sarılırsa… bil ki İblis’in tuğyanı hasettedir.

430. Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır… Kutlulukla haset yüzünden savaşır. Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir.

Bu beden, haset evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hale düşer. Ten haset evidir ama Allah, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.

“Evimi temizleyin” “âyeti” beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir.

435. Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır. Allah erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin başına toprak at!

Vezirin haset etmesi

O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun için abes yere kulağını, burnunu yele verdi!

O ümitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye. Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.

440. Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulunduğu tarafa götürsün. Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.

Bir koku alıp onun şükrünü eda etmiyen kimse, küfranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir. Hem şükret, hem şükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!

Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Allah kullarını namazdan menetme.

445. O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı!

Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.

O, garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi. Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.

Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.

450. Ateş, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak!

Yıldırım, bakışta sâf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır.

Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul etmişler,ona uymuşlardı).

Vezir, padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu.

Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu.

Padişahın vezire gizlice haber göndermesi

455. Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu.

*Nihayet muradının hâsıl olması, hıristiyanların toprağını yele vermesi için.

Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı. Vezir de “Padişahım; işte şimdicik İsâ dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi.

Hıristiyanların on iki kısmı Hükümetleri zamanında, İsâ kavminin on iki emîri vardır.

Her fırka bir emîre tâbiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmuştu.

460. Bu on iki emîrler kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı. Hepsi, onun sözüne itimad ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu. O, öl, der demez her emîr hemen o anda ölürdü.

Vezirin İncil ahkâmını karıştırması

Vezir, her emîrin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, başka bir olaydı.

Her birinin hükmü başka bir çeşittir. Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır.

465. Birinde riyazat ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Allah’ya dönüşün şartı yapmış. Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda cömertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti. Birinde demişti ki: “Senin açlık çekişin, mal verişin mâbuduna şirk koşmadır.

Gam ve rahat zamanında Allah’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.” Öbüründe demişti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düşüncesi suçtan ibarettir.”

470. Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir. Tâ ki onlardan âciz olduğumuzu görelim de Allah kudretini bilelim, anlayalım” demişti. Öbüründe, “Kendi âczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüş, küfranı nimettir. Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır.

Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demişti.

Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!”

475. Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir.

Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüş olursun” demişti. Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin.

Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur! Kim, zâhitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”

480. Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmış. Kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.

Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür. Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur.

Eğer Hak’kın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Allah’yı duyar, anlardı” demişti.

485. Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola.

Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.

Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.

O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.

Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırdet; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran.”

490. Bir tomarda da; “Bir üstad ara. Âkıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın.

Her çeşit din sâlikleri üstad aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin âkibetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.

Âkıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti. Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.

Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”

495. Bir diğerinde; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş. Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğer ki deli olsun!

Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?

Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti. O İsâ dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki tomar yazdı.

İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir