İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (1. Cilt – 6. Bölüm)

500. O, İsâ’nın bir renkte oluşundan koku almamıştı. O, İsâ küpünün mizacından huy kapmamıştı.

Yüz renkli elbise, İsâ’nın sâf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı. Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir.

Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler. Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!

Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!

505. Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler. Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.

Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik öğrendi.

Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu. Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.

510. Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır. İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?

O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada , kuru yeryüzüne vermiştir.

Fâzıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler. Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!

515. Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lûtfiyle yeşim taşına döndü.

Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır, simya ne oluyor ki?

Benim bu öğüşüm, öğmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu öğüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır. Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Mânasız bir şeyden ibarettir!

Varlık kör olmasaydı… Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı.

520. Bu zâhiri vucudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir. Vezirin bu hilede ziyana uğraması

Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Allah ile pençeleşiyordu.

Öyle kudretli bir Allah ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder. Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.

Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir.

525. Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir.

Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakış ve sûret, o mânaya settir, mâniadır. Firavun’un yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.

Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsâ’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu. Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.

530. Aşağılık olmayan kişi böyle galip Allah huzurunda niçin ölmesin* Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.

Akıl ve zekâda kemale ermekle Allah’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.

Hey gidi hey… Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.

Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.

535. Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Allah, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı. Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı?! Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin. Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin.

Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı.

540. Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Âdem’i tanımadın! Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.

Niceye dek “ben âlemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin? Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.

O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Allah bir kıvılcımla yok eder.

545. O, aslı olmayan hayelleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir.

O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve muhabbet belirtir.

İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar. Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!

Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka bir hile kurması O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.

550. Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.

Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular. Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki büklüm olmuştu.

Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz. Değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur?

İnayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!

555. Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi. Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok.”

Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:

“Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de.

Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz.

560. Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz. Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lûtfet, bugünü yarına bırakma!

Gönlün razı olur mu, âşıkların, âkıbet istifadesiz kalsınlar?

Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmağın bendini yık! Ey zamanede nazîri olmayan zat ! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!”

Vezirin müritleri defetmesi

565. Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zâhiri vaizleri arayanlar!

Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün!

O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır. Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrciî – Allahna geri dön” hitabını işitesiniz.

Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!

570. Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur.

Cisim, kuruluğu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) doğdu; can İsâ’sı, ayağını denize attı. Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı. Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra…

Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?

575. Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur.

Sen bu sarhoşlukta oldukça o sarhoşluktan uzaksın. Bundan sarhoş oldukça o kadehten nefret eder durursun. Zâhir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”

Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarışları Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!

Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et!

580. Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri (bütün olarak) yutabilir? Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!

Ondan sonra dişleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.

Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur. Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.

585. Senin sözün Şeytan’ı susturur, senin lûtuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir. Söyleyen, sen olunca kulağımız, tamam akıldan ibarettir. Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir!

Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balığa kadar her şey, kendisinden nurlanmış olan!

Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir. Sensiz, biz göğün tâ üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin?

Göklerin sûreta yüksekliği var. Mâna yüzünden yükseklik, temiz ruhundur.

590. Sûreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mâna huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir. Vezirin “ Halveti terk etmem “ diye cevap vermesi

Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi, can ve gönülden dinleyiniz.

Emin isem, emin adam ittiham edilmez göğe ver desem bile!

Eğer ben mahzı kemâl isem kemâli inkâr nedir? Değilsem bu zahmet, bu eziyet ne oluyor? Ben bu halvetten çıkmayacağım çünkü, kalp ahvali ile meşgulüm.”

Müritlerin vezire yalvarması

595. Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkâr etmiyoruz, bizim sözümüz ağyarın sözü gibi değildir. Ayrılığından göz yaşlarımız akmakta, canımızın tâ içinden ahu vahlar coşmakta!”

Çocuk dadı ile kavga etmez. Gerçi ne kötüyü bilir ne iyiyi… Fakat boyuna ağlar durur! Biz çenk gibiyiz sen mızrak vurmaktasın; inleme bizden değil, sen inliyorsun! Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki seda senden.

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir