İçeriğe geç

Mevlana Sözleri – Mesnevi (2. Cilt – 32. Bölüm)

3100. Ancak Tanrı sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir.

Zâhiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?

Eğer iyinin, kötünün yanında zâhir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden? Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?

Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.

3105. O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var. Cennet, cehennem.. hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.

Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Tanrı odur. İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?

Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.

3110. Halbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur. Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Tanrı vardır.

Tanrı erinin gönlü derde düşmedikçe Tanrı, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir. Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.

Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun? 3115. Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Madem ki onlardansın, nerde kurtulacaksın?

Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk

Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.

“ Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar. Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.

Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek.. ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..

3120. Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol.. ne de sığınılacak bir komşu! Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?

Amansız bir ev, dar bir yer.. orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.

Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.

Cuha, babasına dedi ki: “ Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”

3125. Babası , Cuha’ya “ Ahmak olma” dedi. Cuha, “ Baba, şu nişaneleri dinle. Birer ,birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri. Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”

Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler. Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,

3130. Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Tanrı’nın zevkinden mahrumdur. Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne kapısı açılır.

Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!

Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu? Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!

3135. Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu. Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.

Yunus, balıktan Tanrı’yı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir? Elest gününün nişanesi. Eğer can tespihini unutursan şu balıkların tespihini dinle.

Tanrı’yı gören Tanrı’ya mensuptur; o denizi gören, o balıktır.

3140. Bu cihan denizdir, ten balık.. ruh da sabah nurundan mahcup Yunus.

Yunus Tanrı’ya tespih ettiği için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur, yok olup giderdi.

Bu deniz, can balıklarıyla dopdoludur. Sen görmüyorsun ama etrafında uçuşup duruyorlar. O balıklar, sana kendilerini çarpmaktalar. Gözünü aç da apaçık gör.

Balıkları görmüyorsan bile bari kulağın, tespihlerini duysun.

3145. Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl doğru tespih odur.

O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, asıl doğru tespih odur. O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, “ Sabır, sıkıntının, darlığın anahtarıdır.”

Sabır, sırat köprüsüne benzer, cennet se öbür tarafta. Her güzelin bir çirkin lalası vardır. Laladan çekinirsen vuslata imkân yok.Çünkü lala,gözlerden ayrılmaz.

Ey azıcık bir şeyden kırılan sırça gönüllü, sen sabrın zevkini ne bilirsin? Hele o Çikil güzeline ulaşmak için çekilen sabrın lezzetini!

3150. Savaş zevki, kudret ve kuvvetli ere göredir, karı tabiatlı adamsa ancak zekerden zevk alır. Zekerden başka ne dini vardır, ne zikri; o düşünce , o adamı ta aşağılık yere kadar çekip götürür. Gökyüzüne bile çıksa korkma ondan.Çünkü o, ancak aşağılık aşkıyla ders öğrenmiştir.

Çanı yukarılarda çalınsa, Çan sesi yukarılardan gelse bile atını aşağıya doğru sürüp durur.!

Yoksulların âlemlerinden korkulur mu? O âlemler lokma elde etmek için bir yoldur.

Oğlanın iriyarı adamdan korkması.adamın ”Korkma çocuğum,ben er değilim” demesi

3155. Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin.

Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür” İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.

3160. Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul yüzünden avını yele verdi.

Davulda bir can olmadığını, içinin hava dolu olduğunu görünce dedi ki: “ Domuz bile şu bomboş tulumdan yeğ!” Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kişi onu öyle döver ki deme gitsin!

Ormana dalan süvariden korkan okçu

Bir atlı cins ata binmiş, pür silâh, heybetle bir ormana dalmış, gidiyordu. Usta bir okçu görüp korkarak yayını çekti.

3165. Onu vurmak isterken atlı bağırdı: “Ben cüssece iriyim ama hakikatte zayıf bir adamım. Sakın benim iriliğime bakma, savaş zamanı kocakarıdan da aşağıyım.”

Okçu “ haydi git, iyi ki söyledin, yoksa korkumdan seni vuracaktım” dedi.

Nice adamlar vardır ki erkek olmadıklarından ellerinde kılıç olduğu halde karşıdakini silâhla tepelenmişlerdir. Rüstemlerin silâhını bile kuşansan ehli olmadıktan sonra canından olursun.

3170. Oğul, kılıcı bırak da can siperini ele al. Bu padişahtan ancak başsız olan başını kurtarır. Senin silâhın; hilen, düzenindir.Hem senden doğar hem canına kast eder.

Bu hilelerden madem ki bir fayda elde edemedin, hileyi bırak da devletlere kavuşasın. Madem ki hileden bir meyve elde edip yiyemedin, bırak hileyi, Tanrı’yı ara!

Bu bilgiler, sana madem ki kutlu değil, kendini ahmak yerine koy, şom şeyi terk et!

3175. Melekler gibi “ Tanrım, bizim bilgimiz, ancak senin bildirdiğin bilgidir, başka bir şey bilmiyoruz” de!

Bedevinin çuvala kum doldurması ve filozofun onu kınaması

Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemiş, birisi onu lâfa tuttu. Vatanından sorup konuşturdu ve o suallerle bir hayli inciler deldi. Sonra dedi ki: “ O iki çuvalda ne dolu? Doğruca söyle!”

3180. Bedevi “ Bir tanesinde buğday var. Öbürü kum, yiyecek bir şey değil! ” dedi.

Adam “ Neden bu kumu doldurdun” diye sordu.Bedevi cevap verdi: “ O çuval boş kalmasın diye”. Adam; “ Akıllılık edip buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koy.

Bu suretle hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü “ dedi. Bedevi bu fikri pek beğenip “ Ey akıllı ve hür hakîm, Böyle bir ince fikir, böyle bir güzel rey sahibi olduğun halde neden böyle çırçıplaksın, yaya yürüyor, yoruluyorsun?”

3185. Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakîme acıdı, onu deveye bindirmek istedi. Tekrar “ Ey güzel sözlü hakîm, birazcık halinden bahset.

Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin, ya padişah. Doğru söyle!” dedi. Hakîm dedi ki: “ İkisi de değilim, halktan bir adamım. Halime, elbiseme baksana!”

Bedevi “ Kaç deven, kaç öküzün var?” diye sordu.Hakîm cevap verdi: “ Uzun etme. Ne ona malikim, ne buna!”

3190. Bedevi, “ Peki, bari dükkânındaki mal ne, onu söyle!” dedi. Hakîm dedi ki “ Benim dükkânım nerede, yerim yurdum nerede?

Bedevi, öyleyse paranı sorayım: sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlarda bulunuyorsun, ne kadar paran var? Âlemdeki bakırları altın yapacak kimya senin elinde, akıl ve bilgi incilerin tümen, tümen dedi!” dedi.

Hakîm, “ Ey Arabın iftiharı, vallahi para şöyle dursun, bir gecelik yiyecek alacak mangırım bile yok. Yalınayak, başı kabak koşup duruyorum. Kim, bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum.

3195. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim” deyince; Arap dedi ki : “ Yürü, yanımdan uzaklaş.. senin nuhusetin benim başıma da çökmesin.

O şom hikmetini benden uzaklaştır. Sözün, zamane halkına şom.

Ya sen o yana git, ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim. Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız!

Ürünlerimizi İncelediniz Mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir